"Ben de bu bahar hiç kelebek görmedim. Kendim için değil, benim gibi olanlar
için, bütün Türk kızları için, bütün Türk kızlarının talihi için bakacağım."
Derinlerine yuvarlandığımız karanlık uçurumun, bu ahlaksız ve bozukluk, vefasızlık ve bencillik, adilik ve miskinlik cehenneminin dibinde karamsar ve yabancılaşmış kıvranırken saf ve nurdan mazi, kaybolmuş bir cennetin hakikatten uzak bir serabı halinde karşımda açılır...
Bu şiir sahnelerinin sonu, hemen daima, Namık Kemal’in o hem ümit, hem bir ant olan meşhur mısraıyle biter:
«Ölürsem görmeden millette ümit ettiğim feyzi, Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun, ben mahzun.»
Bu iki vücut eski ve yeni Türk kadınlığının karamsar ve teselli kabul etmez iki örneğiydi.
Biri, bir asır evvelki neslin son örneği, hayattan ziyade ölüme ve unutuluşa ait bir hatırası...
Diğeri, bugünün, bir asırlık mecburi ve uğursuz gelişmenin, başkalaşmanın narin ve tatmin olunmaz bir çiçeğiydi...
"Ben de bu bahar hiç kelebek görmedim. Kendim için değil, benim gibi olanlar
için, bütün Türk kızları için, bütün Türk kızlarının talihi için bakacağım."
Mademki "gelişme"den sakınmak mümkün değildi ve gelişmeyse mutlaka değişmek, mutlaka eskiye benzememekti, o halde asırlarca evvelki Türk kadınlığı da ilkel halinde kalamazdı....
Şimdi şaşkın ve mustarip bir nesil.. Her şeyden nefret eden, her şeyi fena gören, her şeyi karanlık gören, berbat, hasta, tedavisi imkan haricinde bir nesil..