"Yıkılmış yuvama kaldırıyorum kadehimi
Kin , öfke dolu hayatıma
Yalnızlığına ikimizin
ve sana kaldırıyorum.
Yalanına bana ihanet eden dudaklarımın
Gözlerindeki ölü soğukluğuna
Hayatın bu kadar acımasız , kaba oluşuna
Ve kurtarmamasına bizi tanrının"
taş bir sözcük düşüp parçalandı.
henüz yaşayan göğsümde.
zararı yok ben zaten hazırdım.
gelirim bunun da üstesinden.
başımda işim çok bugün.
belleği sonuna değin öldürmek gerek.
taşlaşması gerek ruhun.
ve yaşamayı yeniden öğrenmek.
işte...yazın hışırdayan sıcak soluğu.
bayram gibi sarıyor pencereyi.
ben çoktan sezmiştim,
bu aydınlık günü ve boş evi.
Göm beni, hey rüzgâr! göm beni
Benimkiler gelmedi
Üzerimde uçarı akşam
Ve yumuşacık toprağın soluğu.
Sencileyin özgürdüm,
ama yaşamak istiyordum, yaşamak
görüyor musun, hey rüzgâr! şu soğuk ölü bedenimi
Ve ellerimi kavuşturacak kimsenin olmadığını.
Bu kara yarayı
Akşamın karanlığıyla ört
Ve mavi sise söyle
Benim için bir ilâhi söylesin.
Böylece, yapayalnız erişeyim
Son uykuma, rahatça
Baharın büyük kamışlarının
Söz ettiği, benim baharımın
Beyaz evini bırakacağım, sessiz bahçeni,
Yaşam bomboş ve aydınlık olsun diye.
Senin adına, senin adına söyleyeceğim
Bir kadının hiçbir zaman söyleyemediği utkuyu.
Ve sen hatırlayacaksın sevgili eşini
Onun gözleri için yarattığın cennette,
Ve ben çok ender bir malın kaçakçısıyım —Senin aşkını satıyorum ve şefkatini.