Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Atatürk bir gün Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’a neden içtiğini şöyle açıklamıştı: “İçiyorum. Çünkü bu vücut artık bu kafayı taşımıyor. Kafam, vücudumun çok önünde gidiyor. Beynimi huzura kavuşturmak, biraz dinlendirmek için içiyorum.” Ancak bu dinlenme pek de mümkün olmuyordu. Çünkü Atatürk’ün sofrası, sadece yemek yenen ve içki içilen yer değildi. Sofra bir “bilgeler meclisi” ya da bir “danışma kurulu”ydu adeta... Ülkenin her meselesi orada gündeme gelir, devlet adamları, düşünce adamları sabahlara dek süren tartışmalar yaparlardı. Sofra, bir sınavın adıydı 1930’lar Ankarası’nda... ---- Doktoru Mim Kemal Öke, bir gün sofrada içkisine müdahale etmeye kalkınca aldığı yanıtı yakınlarına şöyle aktarmıştır: “Bir daha söyleme Kemal... Sen benim ne kadar yalnız olduğumu biliyor musun?”
Atatürk’ün Sofrası
“Yemek konusunda son derece kanaatkâr idi. Bizde rakı içerken genellikle yenen şeyleri yemekten hoşlanmazdı. Sofrada ekseriya bir miktar tuzlu leblebi ile yetinir, yalnız bu mezeyle içerdi. Ancak sofra işi bittikten sonra sabaha karşı bir miktar yemek yerdi. Özellikle kuru fasulye ile pilavdan hoşlanırdı. O yüzden mutfakta bu yemeklerin bulunması âdettendi. Esasen sabah kahvaltısı ve öğle yemekleri de mutat değildi.” -Dr. Asım İsmail Arar
Reklam
Atatürk’ün akşam sofrası...
sofrada genellikle mevsim sebzeleri dışında pilav ve kurufasulye bulunurdu. Lüks sayılan yemekler sofrada bulunmazdı.Hala da konuşulanın tam aksine , böyle gecelerde , en az eğlenceye yer verilirdi...
Atatürkün rakı sofraları bir entelektüel ziyafet mıydı?
...Bilgisizlerin O'nun sofrasında yeri olmazdı. Konuştular mı, o işin aslını bilerek konuşurlardı. Hepsi değerli kimselerdi. Bakanlar olsun. milletvekilleri olsun. gerçek sıfatlarına lâyık kişilerdi. Tanınmış edebiyatçılar. kalem sahipleri. çoğu yabancı dil bilen bilim adamları toplanırdı sofrada. Sofraya katılacak olanları Atatürk seçerdi.
Evet, yapayalnızlar. Atatürk de yalnız. Konuşacak adam bulamıyorlar. O Çankaya sofrası denilen şeyler niye düzenleniyor? Atatürk’ün yalnızlığına iyi gelsin diye. Kendi düşünce boyutlarında, kafalarında muhatap bulamıyorlar...
Bu defa ki Karadeniz gezisi gerçekten tarihsel bir gezi oldu … Ve o son geceyi hatırlıyorum: Ordu Müfettişi Kazım Orbayıla Korgeneral Muzaffer Ergüder’i, diğer komutanları ve doğu illerinin hemen bütün valilerini, parti büyüklerini, Trabzon’un ileri gelenlerini sofrası etrafına toplamıştı… Her zamankinden fazla neşeli görünüyor ve kendine özgü
Reklam
Muallim Naci'nin "îrca-t Nazar" unvanlı manzumesinde, Napolyon hakkında söylediği bir mısra, Atatürk için de sahih (doğru) idi: Her harbe o talip, yine her yerde o galip. Ali Canip Yöntem "Atatürk’ün Sofrasında " Yakın Tarihimiz Mecmuası: .3, Sayı: 28, 6 Eylül 1962
Atatürk, ortaya bir mesele attığı zaman, o mesele hakkında fikrini söylemeden, etrafına sormak adeti idi: Nasıl buldunuz? derdi... Bu sual misafirlerin fikrini almak için değil, lanse ettiği mesele hakkında bir mukaddime [önsöz] mahiyetinde olurdu. İçimizde hık mık edenler, şöyle veya böyle; birkaç kelime ve cümle söylenir oldu… Atatürk’e bu kadarı kafi idi. Bu tarz Atatürk'ün eskiden beri takip ettiği usuldü. Selanik'te iken Yonyo'da veya Askeri Kulübü'nde de böyle yapardı. Önce arkadaşlarını söyletir, sonra kendisi itiraz kabul etmez bir mantıkla söze başlar ve daima mevzua hâkim olurdu. Orada Askerî kulübünde harita üstünde harp oyunları tertip ettirdiği geceler, Yunus Nadi ile ben-İki sivil dinleyici-kendi rütbesinden yüksek subaylara karşı pervasızca tenkitlerini yapıp, davayı kazandığını görürdük. Muallim Naci'nin "îrca-t Nazar" unvanlı manzumesinde, Napolyon hakkında söylediği bir mısra, Atatürk için de sahih (doğru) idi: Her harbe o talip, yine her yerde o galip. Ali Canip Yöntem "Atatürk’ün Sofrasında " Yakın Tarihimiz Mecmuası: .3, Sayı: 28, 6 Eylül 1962
(...)Osmanlılık, Türklüğü de yiyen bir ümmet sofrası idi, Atatürk’ün eylemi burada, bir ulusal kurtuluştur(...) Atatürk ve Eylem Kasım, 1963
26 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.