babam kemiklerimi kırmıştı nevzat'la konuşuyorum diye, namık'la neden yatmamıştım; - orası eriyip gitmiştir bile toprakta beni bilmeden- parkta bir adam yağmurluğunun önünü açıverip göstermişti ilk kez, gözsüz burunsuz, mosmor bir tulumcuk, karanlık boğuğu ağzından salyaları asılıyordu, çığlıklar kopardı gepgergin bacakları bana, annem yetiştiğinde sıvışıvermişti, geceleri binlerce geceleri, o adamdan binlerce, parkta, sımsıkı duvarında ağaçların, sıkıştırarak beni, ama ben en hızlı koşmamla kurtulurken, onlar takip kırmızı ve kara çizgili kanatlarını, tüm sonbahar yaprakları olarak; hooop! hooop! hooop! orama, burama, orama, burama, bense anne! anne! anneee!... dilim dişlerimi yaramadan çıkıp dışarı, sesim ses olamadan, yıllar sonra ayten'le giderken liseye, geçerken o parkın önünden, o adamdan çıkınca önümüze, ''hadi ordan pis hayvan!'' gülüp geçiliyor...