Açıklanacak tek nokta yok, zamanı gelince öğrenirsin. Batak sokağı ve cadı. Allahaısmarladık. Benim için dua etme, layık değilim, gerek de yok,hiç yok… Asla muhtaç değilim. Hadi çekil!
-Neden bu kadar kötümsersin? -Sen neden değilsin? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlerine bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: Dağlar dümdüz. İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak.
Reklam
Bir çığlık... " Ateizmin doğru olmasını arzu ediyorum ve tanıdığım bazı çok zeki ve bilgili insanların dindar inananlar olduğu gerçeği nedeniyle tedirgin oluyorum. Mesele sadece Tanrı'ya inanmamam ve doğal olarak inancımda haklı olduğumu ummam değil. Mesele şu ki Tanrı' nın olmamasını umut ediyorum! Bir Tanrı'nın var olmasını arzu etmiyorum; evrenin bu şekilde olmasını arzu etmiyorum. "
nesnel zannettiğiniz bir takım doğrularla maddi gerçeğe ulaşılmaz. “kadın namusu konusunda iftira atmaz.” ya da “husumeti olmayanlar iftira atmaz.” ya da “çocuk istismarı bu kadar ayrıntılı anlatmaz” gibisinden şahsen nesnelleştirdiğiniz doğrularla bir yere varılmaz. hukuk devletinde cezalar bireyseldir; nesnelleştirilmiş doğrular bireyleşmiş cezalara gerekçe olamaz. nesnelleştiren doğruların başına “ne derece?” koyabiliyorsak; misal "ne derece kadın iffetini ilgilendiren konularda iftira atmaz" diye sorabiliyorsa zaten olay şüpheden arınmamış demektir ve verilen ceza da önce mantığa sonra vicdana yakışmıyor demektir; ha yakıştıran elbette olacaktır ama eminim haktan hukuktan nasibini henüz almamıştan olur. nesnelleştirilmiş doğruları bir kenara bırakalım da delil var mı yok mu bakalım ki dosyamızda yok olduğu görülecektir.
“Sanırım aileler çocuklarına namuslu, aklı başında, bacaklarını kapalı tutmayı bilen, ahlaklı, elinden her iş gelen ya da gelmese bile başa iş açmayan, maaşlı, okumuş ya da okumasa bile görgülü, bilgili bir gelin ya da damat aramak yerine, ONLARI VAR ETMELİ.”
Serahs’tan Merv’e taşınalı beri, Alpaslan’ı en çok düşündüren şey Merv suyu olmuştu. Aşağılardan tâ güneyden, bir kolunu Herat’tan bir kolunu Gur’dan alan su, iki ayrı yoldan gelip de bir yerde güçlenen Türkmen akınları gibi, yine güneyde, Merv-Irud’da birleşir; daha bir coşkun, uslu ve uysal, düşünceli ve ürkek gelen köklerinden daha bir deli akar, köpürür, öfkelenir ve o öfkeyle Merv’e girerken durgunlaşırdı. Baharları da durgunlaşırdı, yazları da, kışları da. Merv halkını korkutmamak için midir nedir, yoksa az sonra yok olup gideceğinin ürküntüsünden mi, utancından mı nedense sessiz soluksuz kesilip tembelleşirdi; yayılıverirdi. Merv’i çıkar çıkmaz da birden yok olurdu; balçıklar, batak sazları, dikensi, öten yaban ördekleriyle yaban kazlarının arasında usul usul, utançlı, çapaklı bir gizlilikle ana toprağa baş verip sızardı. Ötelerden öylesine deli gelen suyun Merv’den hemen sonra böylesine yok olması hüzün vericiydi; bu hedefine varamayış, bu güçsüzlük, bu varım diye ortaya çıkmışken, çırpına çırpına yolu yarılamışken birden silinmek korkunçtu.. Adım adım izlerinin kuruması, bir ok atımı sonra namı nişanı kalmaması hüzün verici olmaktan da, korkunçluktan da beter bir cehennem azabıydı. Onun için, Alpaslan, Merv Suyu'nu bir türlü sevememişti.
Sayfa 188 - İrfan YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.