Türkiye’nin diyalojik bir konuşmaya, bir çokdilliliğe ihtiyacı var ve dindarlık ancak bu sürece katkıda bulunabildiği ölçüde yeni şeyler söylemeye aday.
Özgürlüğün ancak devletin ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğine inanıyordu artık. Halk bir kez iş başına geldikten sonra gereken bütün dönüşümler yapılırdı nasıl olsa: İlkel insan topluluklarının kollektivizme dönüşümü, ahlaksal törenlere dayanan baskıcı ailenin yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayanan ailenin geçirilmesi, siyasal, ekonomik ve medeni haklar konusunda eşitliğin sağlanması, üretim araçlarıyla üretilen şeylerin kamulaştırılması, böylece bireysel bağımsızlığın güvence altına alınması, son olarak da ortak mülkiyete dayanan ücretsiz mesleki eğitim.Böylece eski çürümüş toplum tepeden tırnağa değiştirilmiş oluyordu; evliliğe, mirasa saldırıyor, herkesin varlığını düzenliyor, yüzyılların diktiği haksızlık anıtını en gözde kol hareketiyle, olgun ekinleri biçen bir orakçı gibi kökünden kesip atıyordu; sonra öbür eliyle bunun yerine geleceğin insanlığını dikiyor, yirminci yüzyılın başlarında hak, adalet ve doğruluk anıtı yükselmeye başlıyordu. Bu aşırı zihinsel gerilim dengesini bozuyor, bütün softalar gibi tek bir düşünceye saplanıp kalıyordu. Duyarlılığından ve sağduyusundan gelen titizlikler ortadan kalkıyor, anlattığı yeni düzenin gerçekleşmesi çocuk oyuncağı haline geliyordu: Her şey önceden hesaplanmıştı, iki saate üstelik tek kurşun atmadan, bir damla kan dökmeden kuracağı bir makina vardı sanki karşısında.
Marx,insanı toplum tarafından biçimlendirilmiş bir varlık olarak gördüğü için bozuklukların köklerini toplumsal düzenin belirli niteliklerinde görür. Freud ise insan öncelikle aile içindeki deneylerinin biçimlendirirdiğine inanır. Ailenin, toplumun yalnızca bir temsilcisi ve öğesi olması olgusuna pek az önem verir. O, çeşitli toplumlara temelde düzenlerinin niteliği ve bu toplumsal niteliğin herhangi bir toplumun üyelerinin düşünce ve duygularının niteliğine etkisinden çok, talep ettikleri baskının
bakar.
- Ne zaman seçim yapacağınıza karar verin: Hayattaki her şeyi seçim yapmanızı gerektiren durumlar haline getirmeyin. Bu zihinsel olarak epey yorucu olur. Çoğu durumda alışkanlıklara ve rutinlere yaslanmak iyidir. Rutin bir şekilde hareket etmekte bir sakınca yoktur. Alışkanlıklardan ve rutinden yoksun bir hayat katlanılmaz olur.
- "Ancak en
Arzulara ve hayallere sahip olmak kendi başına tiksinç bir şey değildir, ancak bu hayallerin ahlaki değerini dikkate almak gibi bir görevimiz vardır. Amaç, bilhassa güçlü bir özdenetim becerimiz olduğunu kanıtlamak için bir şeylerden mahrum kalmayı öğrenmek değildir. Mesele, hedonik koşu bandında yürürken, sürekli bizi geçici olarak mutlu eden yeni deneyimlerin, ilişkilerin ve nesnelerin peşinde koşmak gibi, ahlaki dayanıklılığımızı ve psikolojik bütünlüğümüzü tehdit eden şeyleri kaçırmaktır.
Çok istediğimiz yeni bir şey için para biriktiriyor, onu elde etmek için uzun uzun bekliyor, internetten yorumları okuyor ve o çok arzuladığımız nesne geldiğinde sevinçten havalara uçuyoruz. Fakat çok geçmeden yeni, farklı ve daha iyi bir şeyi arzulamaya başlıyoruz. Bazıları için bir evden bir diğerine taşınmak ömür boyu süren bir projedir, çünkü bulundukları yerde hiçbir zaman tam olarak mutlu olmazlar. Bazılarıysa daha genel olarak fetih sevincini (ister doğru işin fethi olsun ister doğru eşin) kısa ömürlü bulup hemen daha yeni ve daha iyi bir şeyin arayışına girerler. Mutluluk koşu bandı sonsuzdur ve bir uyuşturucu bağımlısının kafa yapsın diye giderek doz artırmak zorunda olması gibi, giderek daha hızlı koştuğumuzu fark ederiz.
Son yıllarda düşünme, hissetme veya davranış biçiminizi değiştirdiğimiz takdirde nirvanaya ulaşıvermeyi vaat eden bir alay terapistiyle, koçuyla, danışmanıyla ve kişisel gelişim yazarıyla tam bir mutluluk sektörü oluştu. Bu sektör bireyin çevresinin ve durumunun önemini hafife alarak “Mutluluk bir seçim!” iddiasında bulunuyor. Böylece bizi, mutlu olmak için doğru kararları almaktan kişisel olarak sorumlu tutuyor. Pek azımız mutlu olmayı “seçecek” konumda olduğumuzdan bu bir yetersizlik hissi yaratarak mutluluk sektörünün sunduğu hizmetlere daha fazla ihtiyaç duymamız gibi bir sonuç doğuruyor. Buradaki sorun sürekli mutlu olmamız değil, sürekli mutlu olmamız gerektiğini “sanarak” devamlı bizi daha mutlu edecek yeni fikir ve kavramların peşinden koşmamız. Anlık mutluluğu yakalasak bile ona alışıp daha fazlasını istemeye başlama hızımız inanılmaz.