Büyülü olarak adlandırılan, 200 yıl önce yazılmış bu klasik, insan ilişkilerinin en büyük zaafı ve belki de hastalığı olan gurur ve önyargıyı bir aşk hikâyesi içerisinde çok doğal ve etkileyici bir biçimde okuyucuya anlatıyor.
18. yüzyıl İngiltere’sinin atmosferinde soyluluk, alt ve üst tabaka, güç, erdem, ahlak konuları etrafında kadın erkek ilişkileri işlenirken o yüzyılda evliliklerin hangi unsurlar çevresinde ve hangi duygular ile yapıldığına da şahit oluyoruz. Erkeklerle ya da karı koca bağıyla ilgili büyük hayaller kurmadan, evliliği her zaman amaç edinmiş genç kızlar, Evlilik ufak bir çeyizi olan iyi eğitimli genç kadınlar için tek onurlu çözümdü ve mutluluk garantisi olmasa bile yokluktan en makul korunma yolları olmalıydı.” Kitap bana “gurur sebebiyle hangi fırsatları kaçırmış, önyargılar ile kimleri, hangi olayları ve yanlış değerlendirmişizdir kim bilir” diye düşündürdü. Yüzyıllar önce olduğu gibi bugün de bu iki kavram gerçek kişiliğimizi ortaya koymada ve kişileri gerçek anlamda tanımada en büyük engel.
“Daha en başta, hatta sizi gördüğüm neredeyse ilk anda tavırlarınız beni küstah, burnu büyük ve başkalarının duygularına bencilce dudak büken biri olduğunuza inandırdı, size kızgınlığım öyle doğdu ve sonraki olaylarla ağır bir hoşnutsuzluğa dönüştü; sizi tanıyalı bir ay olmamıştı ki dünyadaki son erkek olsanız yine de hiçbir kuvvetin beni sizinle evlenmeye ikna edemeyeceğini hissettim.” (Syf.199)
Bu sözleri söyleyen Elizabeth, önyargılarından sıyrıldığında Darcy’nin dışarıdan görüldüğü gibi bir gurura sahip olmadığını anlar ve gerçek Darcy’yi tanır.