Aynı devirde olmalarına rağmen insanların ne kadar farklı ve birbirine uzak hayatlar sürdüklerini gözler önüne seren bir şaheser var önümüzde. Bir yanda bozkırın ortasında bakir bir alemin içinde süregelen mücadeleler, dostluklar, gelenekler, inançlar; bir yanda büyük üsler kuran, füzeler gönderen, uzaylılarla temas kurmuş olmanın getirdiği meselelerle uğraşan, kendine yabancılaşmış toplum; hatta bir tarafta da hayvanların bu iki dünya arasında varlıklarını nasıl sürdürdükleri. Mazinin efsaneleşmiş hikayeleri ile yarına dair ütopik öngörülerin iç içe geçtiği, asırlar öncesine ait tabirlerin bu günün dünyasında neye karşılık geldiği, nesilden nesile nasıl bir değişim yaşandığı ortaya koyuluyor. Zamanlar ve mekanlar arasında savrulurcasına yolculuğa çıkarmasına karşın, su gibi akıp gitmeyi başarabilen bir metin. Sözgelimi, mankurtlaştırılmış biriyle, modern sistemlerin tektipleştiriği biri arasında pek de fark olmadığını idrak ettiğinizde romanın bütünlüğü kafanızda oturuveriyor. Bozkırın ortasında bir cenaze alayına dahil olup asra bedel bir gün yaşıyorsunuz.
Aytmatov romanlarını lise yıllarımda okumuştum, aklımda çok sevdiğimden başka hemen hemen hiç bir şey kalmamıştı ve uzun zamandır yeniden okumak istiyordum. İyi ki tekrar elime almışım. Sanırım baştan sona dönmeden bırakamayacağım, buyursun "Cengiz Han'a Küsen Bulut"...