Çelimsiz, çocuksu bir genç olan Bertold Berger'in Viyana'ya tıp öğrenimi için gelişiyle başlar, Kızıl. Hayatının değişeceği, her şeyin çok güzel olacağı gibi büyük umutlarla gelir bu şehre. Ancak küçük bir kentte ailesiyle yaşamış, tek arkadaşı kız kardeşi olmuş bu gencin, buhranlı, çocuksu ruh hali, kendini büyük kente ait hissetme, çevre edinme, önemli, değerli hissetme süreci onu gittikçe zor bir duruma sürükler. Bir arkadaşa, bir sevgiliyle, bir mesleğe tutunma, hep kayda değer bir şey yaşama çabasının ve büyük beklentilerinin her seferinde hayal kırıklıklarıyla sonlanması ise kaçınılmaz olur. Büyük şehre, insanlara uyum sağlayamadığını anladığı ve pes etmeye yaklaştığı noktadaysa yine hayatını anlamlı kılacak birini bulduğu düşüncesine kapılır; kızıl hastalığına yakalanan küçük bir kız çocuğunu. Onu iyileştirmeyi, yanında olmayı adeta hayatının merkezine alır. Böylesine çekingen, insanlardan uzak bir kişi oluşu, onu hayatının her alanında birilerine ya da bir şeylere tutunma çabasına iten ve en ufak bir olumsuzlukta hayatının en büyük acılarını yaşatan şeydir aslında. Bu bakımdan, Zweig'ın alışık olduğumuz kahramanlarından, Kızıl da yazarın ilk gençlik dönemlerinde yazdığı bir kitap, dolayısıyla kitabı okurken Berger'i Zweig'la özdeşleştirmekten kendimi alamadım. Yine de kısa, anlaşılır anlatımını sevdiğim yazarlardan olan Zweig'in Kızıl'ını da tavsiye ederim.