Thomas Mann, güzellik, derin aşk, tutku üzerine kurmuş olduğu uzun hikâyesinde sanatçının çıkmazını ve hüzünlü bir ölümü anlatıyor.
Sanat ve sanatçıya bakış açısını eleştirmiş. Onun ahlâk anlayışına göre sanatçı ahlâk savunucusu konumunda değildir ve olmamalıdır.
Eserinde yarattığı aşk hikayesinde; Yaşlı şair, genç bir figürün güzelliği karşısında çok etkilenir, ruhu altüst olur. Tutkunun esiridir ve bunun sonucunda ahlâkî değerler çökmeye başlar. Aşık olduğu kusursuz güzeli antik yunan mitolojisindeki tanrıya benzeterek sanat objesine dönüştürür. Artık onun yerine sanatsal bir estetik vardır. Fiziksel ve psikolojik mahkumiyet ortaya çıkmıştır.
Sanatın gücü mükemmellikte saklıdır bunu güzele olan teslimiyet olarak niteler.
Sanatın kaynağı doğuştan mı yoksa eğitime bağlı düzenleme ile mi oluşur sorusunun cevabını eserde yarattığı genç figürle vermiş.
Eseri kurgusu sebebiyle ahlâkî bulunmamış. Sapıklık ve ahlâka aykırılıkla suçlayan birine yazdığı mektupta ;
Amerika gibi katı ahlâk kuralları olan bir ülkede bile eserin " klasik" olarak değerlendirildiğinden söz ederek, tam tersine amacının ahlâkî olduğunu vurgular. Söz konusu olan, adi bir arzulama değil güzele olan mest olmadır. "
Thomas Mann'den okuduğum üçüncü kitap onun kalemine olan hayranlığımı daha da arttırdı. Her eserinde olduğu gibi yaptığı betimleme ile okuyucuya derin duyguyu yalın bir dille yaşatıyor.
İyi okumalar dilerim.