Ben Kirke
Kitabın ismini çok duymuştum burada bu kitaba talep çok fazla.. Bu yüzden kitabı alıp almamakta kararsız kalmıştım taa ki YouTube kanalında sesli kitabı görene kadar.
İncelemeyi sesli kitabı dinleyince yazdım. Güneşin oğlu Helios'un kızı Kirke, kardeşleri arasında silik bir çocukluk geçirmiş. Yaptığı hiçbir şeyde ailesinin
MEB onaylı okuma listesinde bulunan Sait Faik'in iki romanından biri Kayıp Aranıyor. 1950'li yılların başında İstanbul ve Ankara'da geçen bir hikaye. Başkarakter Nevin, emekli başkonsolos Vildan Bey'in kızı, iyi eğitim görmüş, kendi ayakları üzerinde duran bir gazetecidir. Kendisi gibi gazeteci olan Özdemir ile evlidir. Nevin,
Sait Faik'in öyküleri zaten yoğun, romanında bunu ikiye katlayarak düşünün. Hacim olarak yine az fakat anlatımı yoğundu. :) Genelde erkek karakterlere yoğunlaşan Sait Faik burada bir kadını merkeze almış. Kitap özetinde Nevin'in gündelik hayatı, düşünceleri, arayışları yer alıyor. Soğuğun hatırlattığı Ankara gecesine gidiyor ve tekrar
Harika bir kitap okudum; Ahmet Büke'den Deli İbram Divanı...
1950’li yıllara gidiyoruz; değişmeyen şifreleriyle çalkantılı politik döneme... İç içe geçmiş masalsı hikâyelerle Ege'yi, Köstence Adası’nı anlatıyor yazar. Adada balıkçılık yapılıyor. Dalyan; balık ağılı olarak adlandırabileceğimiz kayalıklar, balıkçılar tarafından
Bir kadının bir kentle nasıl bütünleştiğini, nasıl onunla birlikte soluduğunu anlatan romanı Mrs. Dalloway’de sabahın erken saatlerini şöyle anlatıyor Virginia Woolf:
“Bond Sokağı büyülerdi; o mevsim, sabahın erken saatlerinde; uçuşan bayraklarıyla; dükkanlarıyla; ne bir su sesi; ne bir yakamoz; babasının elli yıldır takım elbise satın aldığı dükkanda bir top tüvit; bir-iki inci, buz kabı üstünde alabalıklar.
‘Hepsi bu kadar,’ dedi balıkçıya bakarak. ‘Hepsi bu kadar,’ diye yineledi eldivencinin vitrininde duralayarak. Savaş’tan önce kusursuz denilebilecek eldivenler vardı bu dükkanda. İhtiyar William amca, bir hanımefendi, pabuçlarıyla eldivenlerinden belli olur, derdi. Savaşın ortasında bir sabah, yatağında doğrulmuş, öbür yana dönmüş. ‘Artık dayanamayacağım,’ demişti. Eldivenler ve pabuçlar; kendisi eldivene pek düşkündü gerçekten, ama öz kızı, Elizabeth’i, hiç aldırmazdı böyle şeylere.”
Ev kadınlarının ördükleri kozayı küçümserken bir yandan hep aynı barlara, aynı güvenceli dost birleşmelerine gitmeyi özgürlük ve yiğitlik sayan, kentin getirebileceği belalardan korkmayı ilke edinip caddelerini boş bırakan, bir balıkçının sıcak bakışları karşısında bile kendilerini “meta yerine konmuş” sayan kadınlardan olmadığıma göre belki de artık tam anlamıyla bir kent sayılamayacak kadınsız İstanbul’la, tam anlamıyla bir kadın sayılamayacak kentsiz ben, ortak bir yazgıyı paylaşıyoruzdur.”
“Ben onu mektuplarından yakından biliyorum; şiir aşık’tı, Jîla da maşuk’tu.”
“Toprak özgürlüğü, kadın özgürlüğü, sözün özgürlüğü için, aşk neredeyse o da oradaydı.“
Böyle söyler(
Şêrko Bêkes ) Jîla Huseynî’nin ölümünden sonra yayınlanan kitabı Mirina Rojê’nin önsözünde.
İran şiirinin “hüzünlü küçük perisi” Furuğ Ferruhzad ile aynı yolu ve aynı