Gözlerinde günah gülümsüyordu
Yüzünde ay ışığı
O dudakların usulca geçtiği yerde
Gülümsüyordu sarhoş âhların alevi
Belli belirsiz bir şehvetle,pişmanlıkla dolu bakışları
Esrik bir renk katmıştı
Gözlerine baktım,dedim ki;
Almalısın aşktan payını
Bir gölge uzandı bir gölgenin üstüne
Sır besleyen gecenin zulasında
Bir soluk yaladı bir yüzü
Bir öpücük alevlendi iki dudak arasında....
Eylül 1954
(16 Haziran 2004)
Ayça okulunun kapısından koşarak çıkarken etrafına göz gezdirdi. Tanıdık hiçbir yüz görmemenin verdiği üzüntüyle omuzları çökmüştü. Bugün annesi de babası da onu okuldan almaya gelmemişlerdi.
Bu çok sık yaşanan bir durum değildi. Sadece annesinin ve babasının işi olduğu zamanlar olan bir durumdu. Babası muhtemelen daha işten
Mutluluk mu, bilgelik mi, seçimini yap.
Faniliğin evrendeki dandik yankısı,
kesintisiz şantajın verdiği azap
alnımızın fosforlu çiviyazısı.
Erdiğin duyulursa çıkarsın ermişlikten
ücralığı nimet say, jurnalci kitleden kaç
nice sakınsan da infaz parazitinden
bulamazsın vicdanına uygun bir tıkaç.
Keşke sen de var olsan, ben düşününce.
Bu dünya korkunç fakat öğretici de
masumiyet kodesinden firar eylesek
bizim olsa karaya vuran mat gölge.
Varsın zangırdasın tabiatın çatısı
sahibine ulaşsın da yollanan her öpücük.
Emperyalistler kendi derdine yansın
İkimiz hayırlı bir iş için öldük.
Bir yalanın duvağına işlenmiş beyazlıktaydı yerde sürünen umdukların. Tatlı tatlı ertelemek vardı. Nasılsa; Güneş doğmaktaydı her sabah, nasılsa sağlamdı uçurumsa da tutundukların...
Kırmamak adına yaptıklarını, yağmurlu bir günde yine bir semt esnafının tentesine bıraktığım anda, yağmurun kesildiğini farkettiğim o umarsız anda, umursamadığını
Zamanın debisi attırmaz kulaçları
Görmezden gelen bakışlar zehirler kimliğimi
Yakıp geçen dumanı nasıl da içine çekmez
Geçer de etkilenmez insan!
Nefesim ağır ve dokunaklı
Bedene armağan sahibine yük
Birikti cümleler kubbeye sığmayan sayfalar dolu sözcük
Ellerimde bir tutam saç teline düğümlü hayal kırıklığı
Duyulan bir nefese yakıştırdığım