Oblomov’un tabiri caizse “yancı” sözde “arkadasi” Tarantyev, gene Oblomov’un çalışkan, dürüst ve onurlu hayatını sürdürmek için çabalayan çocukluk arkadaşı Alman asıllı Ştoltz’a hasedini kusar;
“İyi Çocuk! Babasının 40 binini hemen 300 bin yapıverdi. Yüksek bir devlet memuru ve bir bilim adamı oluverdi…Şimdi de seyahatlere çıkıyor! Beceremediği bir şey yok! Gerçek, iyi bir Rus becerebilir mi bütün bunları? Rus dediğin hiç acele etmeden, yavaşça sessizce bir iş bulur kendine, onunla ilgilenmeye başlar! Maaşını alsın yeter ona…Ama bir de seninkine bak! Nasıl zengin olduğu belli; içki işinden olsa anlardım! Pis işler yapıyor! Elimde olsa, mahkemeye verirdim böylelerini.”
Dün geldi: Nedir aradığın? dedi bana:
Bensem, ne bakarsın o yana bu yana?
Kendine gel de düşün, içine iyi bak:
Ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!
Aşk duygusu buydu işte. Doğanın üreme tuzağıydı bu. Tüm yaşama isteği, koşuşturmalar, insan uygarlığı, tümü bunun üzerine kurulmuştu. Bu duygu kendilerinden alınınca, bak, nasıl da binlerce yıllık düşünce ve zahmetinin sonucunu aşağılayarak yok ediyor insan. Düşüncesi, enerjisi ve yaşama karşı ilgisi kesiliyor. Çılgın ve isyankar insanoğlunun tüm doğa kanunlarını elinin tersiyle itmesinden daha iyi ne olabilir? Doğa şimdiye dek onu tutsak ve kukla etmişti kendine. Bırak yıksın; yıkmanın da keyfi bir başka. Doğa daha sonra gıdım gıdım yıkacağına, kendi eliyle bir kerede yıksın daha iyi. Yok olma ile var etme duygusu arasında kıl kadar mesafe var.