Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ertesi gün eyalet başkentine gidip ev doktorunun ver­diği sürekli reçeteyle aşağı yukarı yüz küçük uyku hapı satın aldı. Bir de, yağmur yağmamasına karşın, güzel ama sapı biraz eğri, kırmızı bir şemsiye.
sır(anın) dışında
sözcükler, gülüşler, günlük sıkıntılar aylar öncesinde rezervasyonu yapılan tatiller dakikaları sayanlar, saçları fönlenenler tırnakları manikürlü, çorapları kaçmayan kadınlar park yeri sıkıntısından bunalan adamlar yağmurda şemsiye açanlar tezgâhtarı canından bezdirenler on yıl sonrasını gören müneccimler nakit taşımayan kredi kartlılar düzenli ödenen kiralar, faturalar erkek ile kadının rol kestiği kırmızı perdelerin ardında her şey çok güzelmiş gibi kahkaha atan tavuk butlarının yağlığında mürekkep izleri dökülür diz kapaklarıma imrenir lekelerim düzen insanlarına...
Reklam
Kendi sınırları dahilinde yaşayan ve zulüm gören halkı dahi Niko­la'ya olağanüstü saygı ve sevgi duyuyordu. Sanki bu insanlar mut­lak bir hükümdar istiyor; zalim yönetim, bütün milletin içine işle­miş teslimiyet arzusuna hitap ediyor gibiydi. Rus milletinin tarihi boyunca izleri görülen bu arzu, kimin hakimiyeti altında olurlarsa olsunlar
Neredeyse herkes onun hakkında bir şeyler duymuştu, çelişkili ama aynı zamanda büyüleyici pek çok bilgi edindim: müthiş bir adamdı, sahtekârın tekiydi, üniversite mezunu bile değildi, kırklı yılların parlak entelektüellerinden biriydi, Ezra Pound ve T. S. Eliot'ın arkadaşıydı, ailesinden kalan para köklü bir bankacılık şirketiyle olan
Kahvede fakirden başka kimse yoktu. Pantolonlu hanım iskemlelere Eyüp oyuncağını yeni görmüş bir frenk çocuğu gibi baktı. Ahali bu tuhaf şeylerin üstüne nasıl oturuyor diye güldü. Sungur Bey seneye varmadan burada plaj mı nedir, nevzuhur bir deniz hamamı yapacağını söyledi. Sarı şemsiye şuraya, kırmızı şemsiye buraya... Kahvenin kendisi mor-yeşil... Yerlerin de üstüne kum dökeriz, diye hanıma anlattı durdu. Nihayet fakiri de gördü. İltifat buyurdu. “Sence köy halkının en çok neye ihtiyacı var baba?” dedi. Ben de, “Efendim, köy yalın ayak başı kabak, sarı-kırmızı şemsiye bizim için kel başa şimşir tarak gibi olur,” dedim. O, “Senin aklın ermez. Buraya plaj yaparsam akın akın paralı müşteri gelir, ahali para kazanır, gözleri dünya görür,” dedi. Ben, “Size âlem efendim, bu yeni şeylere bizim gibi köhnelerin aklı ermez,” dedim. “Aferin baba,” dedi, “her ihtiyar senin gibi düşünse, işi aklı erenlere bıraksa biz dünyanın en medeni milleti oluruz,” dedi. Ben de, “Efendim, bizim kadar medeni millet dünyada yok,” dedim. Kızacak sandım, fakat güldü. Hoşuna gitti. Uzun uzun sohbet ettik. — Ne konuştunuz? — Meraklı adam. Herkes hakkında malumat istedi. Bir hayli sizin korudan bahsetti. Sahiplerini sordu. Kızlardan biri: “Bu koca yerde bir tek aile mi oturuyor?” diye sordu. Pantolonlu hanım: “Âlâ hayvanat bahçesi olur,” dedi. Sonra...
Kırmızı•
Köşede oturan esmer delikanlıyla sarışın kız el ele çıkıp gittiler. Yağmur dinmeyecek. Dinmez de. Bergen yağmuru çünkü... Çantasından küçük bir şemsiye çıkartıyor Paulette. Açıldıkça büyüyen, kocaman olan bir şemsiye. Kırmızı. Çıkıp yürüyecek biraz, sonra odasına dönecek, ders çalışacak. Yarın sınavı var. Bergen Üniversitesi'nde Arkeoloji öğrencisi Paulette Cieslak. Kendine sorarsanız bir tek derdi var: Sürekli gördüğü o güzel, parlak filmdeki kişiye bir türlü bir ad koyamıyor... Ağustos 1979, Bergen
Sayfa 83 - Remzi KitabeviKitabı okudu
Reklam
Ah, o küçük kırmızı şemsiye! Ne olurdu, şurada yalnız bulunsalardı, o kadar yalnız ki bütün bu sahra şu akşam baygınlığına şiir ile onların, ancak onların olsaydı... Şuracıkta yolun şu kenarında, bir taş parçasının -fakat küçük, ikisine ancak yetecek bir taş parçasının- üzerine otursaydılar...
Sayfa 179Kitabı okudu
43 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.