Kanuni Sultan Süleyman'ın sevgili eşi Hürrem genelde tarihçilerimiz tarafından lanetlenmekle birlikte müthiş bir hayır eseri tutkunudur. Buna rağmen lanetlenmesinin sebebi, "Elinin hamuruyla" erkek işine karışması, oğlunu (II.Selim) hayatta tutmanın tek yolu olan padişahlığa oğlunu getirmeye çalışmasıdır. Çünkü Osmanlı töresine göre Selim ya Padişah olacak, ya da ölüm şerbetini içecektir. Bunun başka çaresi yoktur... Hürrem Sultan bunu dikkate alarak, oğlunun öldürülmemesi için çabalamıştır. Oğlunu hayatta tutmaya çalıştığı için hangi anne suçlanabilir? Ama Hürrem insafsızca suçlanmış, Kanuni'yi etkilediği için “kötü kadın" ilan edilmiştir. Oysa her kadın kocasını etkilemeye çalışır. Kuşkusuz o da etkilemeye çalışmıştır. Bunun için onu suçlamak yerine anlamaya çalışmak lazımdır. Eğer ortada bir suç, ya da günah varsa, bunun sorumlusu Hürrem Sultan'dan ziyade, hüküm mevkiinde olan Kanuni'dir. Sanırım tarihleri erkek kalemler yazdığı için Kanuni'yi beraat ettirmekte, Hürrem Sultan'ı ise ipe çekmektedirler. Oysa Hürrem Sultan uhrevi endişeler taşıyan bir annedir. Aynı zamanda bir hayır eseri tutkunudur. Mimar Sinan'a cami, medrese, şifahane, hamam, kervansaray ve su tesislerini de içeren Haseki Külliyesi'ni o yaptırmıştır. Ayasofya'nın karşısındaki Çifte Hamam da bir Hürrem Sultan hayrıdır. Manisa ve Haseki Darüşşifaları ise onun adına kurulmuştur.
"Üç efsane, üç yiğit, üç güzel, bir Yaşar Kemal, bir Anadolu."
Sizin canınız hiç Yaşar Kemal çekiyor mu? Benim çekiyor. Tıpkı ilk kez anne olacak bir kadının hamileliğinin 3. ayında mevsim normalleri dışındaki bir meyveyi aşermesi gibi. Hoş, hiç yaşamadım bu duyguyu lâkin bir şeyleri hissetmek için illa yaşamak gerekmez kanımca. Misâl benim geçmiş asırlardaki Anadolu'yu Yaşar Kemal okurken hissetmem gibi.
İncelememe öncelikle her zamanki gibi yazarın hayatından başlayacağım.
Amin Maalouf özellikle ülkemizde çok kitap satan bir yazar. Bende tüm kitapları mesela var. Özellikle gerçek önemli tarihi olay ve kişileri eserlerine ekleyerek hazırladığı romanları kusursuza yakın oluyor. Tarihi kurgu da deniliyor bildiğiniz üzere bu kitap tarzına. Ülkemizde
Benim pek sevgili, çok sevgili, en sevgili yobaz Türkiyem. Adetim olmasa da yazıyorum bu satırları, bil ki, seni sevdiğim, haline üzüldüğümdendir dökülen satırlarım.
Cehaletin şeref nişanesi olan yobazlığı ne zaman silip atacaksın göğsünden? Ne zaman düşünen, sorgulayan, ışık saçan bir cevhere döneceksin? Bugün eleştireceğim seni, bugün kızacağım
Osmanlı insanı ne kadar varlıklı olursa olsun, gösteri, gösteriş ve israf sayılabilecek davranışlardan kaçınırdı... İhtiyaçtan fazla tüketmeyi yalnızca israf saymaz, aynı zamanda fakirin hakkına tecavüz de sayar, kul hakkı oluşturduğuna inanırdı. Hayat bu hassasiyetle çerçevelenmiş, hassasiyet padişahları da kuşatmıştı.
1453 yılı Ramazanı...
Fetih
Osmanlı padişahları, Avrupa kralları gibi taç giymez, sadece kılıç kuşanırlardı. Taç debdebenin sembolü, kılıç ise “İ’la-yı kelimetullah” uğruna “cihad”ın alâmeti ve fethin sembolüdür.