240 syf.
10/10 puan verdi
Yedi kere büyük Anar ın, tehlike durumunda ilk kurtaracağım eseri. Tabi gönül istiyor elli yedi kitabı ile karşı karşıya kalıp, ne zaman okuyacağız bunları diyelim. Tek kitap ile peygamber olunabildiği formülüne itibar ederek düşünürsek; biz gibi garibanları yedi kitabı ile aydınlatmış bu kimseye, bir pagan peygamberi yakıştırması yapmak cüretini kendimde buluyorum.
Yedinci Gün
Yedinci Günİhsan Oktay Anar · İletişim Yayınları · 20163,795 okunma
Evet! O güne dek bel bağladığı müspet ilimleri ve fenni terk etmek niyetinde olmayan adamın amacı, Allah'ın resûlûne indirilen kitabı, Hertz dalgaları neşreden bir cihâz yani mûrsile yoluyla cümle âleme irsâl etmek, göndermek idi. Allah akıl fikir versin! Amin !
Sayfa 48
Reklam
Ey yüce göğüm, Ne olur beni bağrına bassan! Alsan beni yeryüzünden! Kabul etsen ulu makamına... Ey yüce mavi göğüm, ne olur sarıp sarmalasan beni! Bulutlarında uyutsan, kundakta bir bebekmişim gibi, Korunmam gerekmiş gibi... Yeryüzünün karanlığından, ayazın o korkunç soğuğundan. Rüzgarın savursa saçlarımı, Hissetsem rüzgarının beni sevgiyle
Nefilimden öğrendiklerine dayanarak Sümerler gezegenleri bizim gibi Güneş'ten başlayarak değil de dışarıdan içeriye doğru saymaktaydılar. Bu nedenle Plüton birinci, Neptün ikinci, Uranüs üçüncü, Satürn dördüncü, Jüpiter beşinci gezegendi. Buna göre Mars da altıncı, Dünya yedinci ve Venüs sekizinci gezegendi. Mayalar /Tolteklerin niçin Venüs'ü sekizinci gezegen olarak gördüklerine bilginlerin getirdiği bildik açıklama Dünya ile Venüs'ün dönencel hizalanışının sekiz Dünya yılı (8 x 365 = 2.920 gün) ve beş Venüs yılı (5 x 582 = 2.290 gün) alıyor olmasıdır. Eğer böyleyse Venüs "Beş" ve Dünya "Sekiz" olmalıydı.
Köleleştirilen bu insanlann tek suçları derilerinin renkle­riydi. Giddens'ın verdiği sayılar dikkate alınırsa, on altıncı yüz­ yıldan başlayarak yaklaşık 15 milyon siyah derili insan Amerika kıtasına zorla götürüldüler. Bunların neredeyse 1 milyonu on altıncı yüzyılda, 1,3 milyonu on yedinci yüzyılda, 6 milyonu on sekizinci yüzyılda ve 2 milyonu da on dokuzuncu yüzyılda Amerika kıtasına götürüldüler. Beyaz tacirlerin kadırgalarında zincire vurularak götürülen bu insanlardan yarım milyonu aş­kın bir kesimi 30-40 gün süren eziyet ve işkence dolu yolcu­luğa dayanamayıp öldüler. Ancak güçlü ve dayanaklı olanlar hayatta kalabildi. Amerika'ya getirilen bu siyahı köleler en aşa­ğılık ve en ağır işlerde çalıştınldılar. Yolları onlar temizlediler, demiryollarını yine onlar döşediler. Yalnız çalıştınlmakla kal­madılar, savaşlara da katılmak zorunda bırakıldılar.
Her şey ustaca, büyük bir hızla tüketilmeye yönlendirilmişti. İnsanların da kesinlikle bu yüzden sokaklarda dolandıklarını şimdi anlıyordu Doppler; işe gidiyorlardı, işten geliyorlardı, zamanı geldiğinde onları bir işe yönlendirecek eğitim kurumlarına girip çıkıyorlardı ki, bir gün gelip nakit para ödemeden edindikleri evlerin, dairelerin, arabaların, malların borcunu ödeyebilsinler; pek çoğunun ölene kadar kurtulamayacakları borç batağını bir an olsun unutabilmek ve biraz da kafayı dağıtmak için bir yerlerde geçirecekleri tatillerin parasını ödeyebilsinler. Sanayi Devrimi'nden önceki bin yıl süresince büyüme yılda 0.01 oranındaymış, diye okumuştu Doppler bir gazetede. Ancak yaşam standardı on yedinci yüzyılın ortalarından itibaren, elli yılda bir ikiye katlandı. Böylesine bir artış, Sanayi Devrimi'nden önce altı bin yılda gerçekleşiyordu. Sahip olmaya alıştıklarımıza, sahip olmaya alışılması manyakça yani. Pek çok kişinin bu bankın önünden aceleyle geçmesinin nedeni muhtemelen, güçlerinin yettiğinden daha pahalı bir sürü şey almış olmaları, diye düşündü Doppler. Sistem şu şekilde işliyordu: Tüketmek için para kazanmayı beklemeyelim diye bankalar borç vermek için sıraya girmişlerdi.
Reklam
Gök, birgün ansızın işitiverdi sesimi. Rüzgarıyla aldı beni yüksekçe bir dağın yamacından. Yeryüzünde yüreği taş kadar ağır bir ihtiyardım, Şimdi göğün yedinci katında yüreği bir kuş kadar hafif küçük bir kız çocuğuyum. Diz çöküp besteler yazdım, yüce mavi göğün kalbinde. Yeryüzünün hatrına, açıverdim ellerimi. Avuçlarımdan döküldü mısralarım. Dizelerim yankılandı göğün yedi katında! Ne acıdır ki ağladı bulutlar. Göğüm; yıldırımlarıyla şimşeğiyle gürleyerek feryad etti! Bense mürekkebimle kan ağlayarak... Göğüm,benimle yeryüzünün acısını da aldı bağrına. O yağmurlu gün epey uzun sürdü... O günden beridir; Her günün doğumuyla, gün ışığını içerim kana kana. Ruhum aydınlığa doyduğu vakit ineceğim yeryüzüne.
Sümerlilerde, okul tabletlerine göre 6 gün çalışma, 7. gün dinlenme var. Bu Yahudilere Sabbat olarak geçmiş. On emirde "Sabbat'ı düşün, onu kutsal gün olarak gör!" deniyor. 6 gün çalışıp yedinci günü Tanrıya adanmış bir dinlenme günü oluyor. Yahudilere ve Kur'an'a göre Tanrı 6 günde dünyayı yaratıp yedinci gün dinlenmiş.
Vakit ayırmak sorumluluklarını üstlenmektir. Bu, ne bekletmek ne de bekletilmeye tahammül etmek anlamına gelir. Zamanını kullanmak ötekinin zamanını keyfine göre kullanmak ya da ötekine bizim zamanımızı kullanma izni vermek değil ama kendine bir basınç düşürme alanı açmaktır ve orası yaşanılan ömrün hayatın değerini anlaşılır kıldığı yerdir. Hayata değerini veren gecikme zamanı, insanın kendini geri çektiği bir yer olarak temsil edilebilir. Haftanın "yedinci gününün" anlamı da budur. İster cuma, ister cumartesi ya da pazar densin, yedinci gün geride durmaya ayrılmış gündür.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.