İbn Sellâm(ra):
"İlim ölüdür, ona can veren arayıştır.
Canladığında zayıftır, o güçlendiren derstir. Güçlendiğinde perdelenmiştir, perdesini kaldıran da muhalif ya da muvafık olsun herkesle münazaradır. Perdesi kalkıp açık olduğunda kısırdır, ürünü ameldir." (Kefevî, Ketâib)
Kırmızı ve Siyah, aşkın romanıdır. Romanda; aşka, siyah bir giysi giydirilir ve tahripkar, iç çekişlerle kendi gerçeğini yaşar. Bu bir arayıştır; insan bu arayışta kendisini bulduğu yerden daha başka bir yere taşır: “Aşk, eşitliği aramaz, onu kendisi yaratır.” Yine de aşkın yaşanmasına neden olan o çamurlu yollar, o dolambaçlı ilişkiler, duraksamalar yaşanan heyecanlardır aslında aşkı aşk yapan. Ne diyordu Shakespeare, Fırtına adlı dramında: “Cümbüşleri fazla sınırlamayın; en güçlü yeminleri kandaki ateş, bir samanmış gibi yakar.” Stendhal, eserinin vücut bulduğu toplumda yaşayan kadın olgusunun sosyal durumunu da şöyle ifade eder: “XIX. Yüzyılda, bir adam karısını herkesin önünde ettiği hakaretlerle, ona toplumun bütün kapılarını kapamak suretiyle öldürür”. Aşk böyle bir toplumda ölümle özdeşleştirilebilir. Madame de Rênal’in Julien’in kolları arasına atılıp şöyle söylemesi: “Ah, ölmek, senin kollarının arasında can vermek!…”) bu, anlatmaya çalıştığımız durumun somut kanıtlarından biridir.
“Kutsal olan hakikat değil, kişinin kendi hakikati için çıktığı arayıştır! Kendi kendini sorgulamaktan daha kutsal bir şey olabilir mi? Kimilerine göre benim felsefi çalışmalarım kaygan bir zemine oturtulmuş. Görüşlerimde sürekli kaymalar oluyormuş. Ama kaya gibi sağlam bir sözüm var: Neysen o ol. Hakikat olmadan kişi kim ya da ne olduğunu nasıl keşfedebilir?
En sevdiğim vakitdir bu,
Akşama beş kala.
Güneşin batışında
Günün kızıllığında
Arayıştır bu..
Bir balkon eteğinde
Hüznün en derininde.
Gözlerini yum sen,
Bu bilinmezliklere..
(kendi şiirim 🌼)