Anlatıldığına göre ariflerden biri Yüce Allah'ı gece-gündüz zikrediyor, dilinden "Ya Allah... Ya Allah... Ya Allah..." sözleri düşmüyordu. Bu söz onun duası, zikri, diyalog vasıtası ve manevi gidasıydı. Ona göre bu söz herşeydi. Ne var ki bu adamı her zaman bu hal üzere görmek şeytanın zoruna gidiyordu. Onu zikirden alıkoymak için ciddi bir tuzak kurdu. Bir gün ona, "Hiçbir cevap alma- dığın bu niyazına daha ne zamana kadar devam edeceksin?" diye sor- du.
Ibadetle meşgul olan bu adam bir an durdu ve düşünmeye başladı. Bu soru, onun düşüncesini ve duygularını bir hayli sarsti ve bunun çok etkisinde kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüş, kafası karışmış, üzgün bir vaziyette evine döndü. "Evet ben pek çok niyazda bulundum ve şimdi- ye kadar tek cevap alamadım" diyordu kendi kendine. Gözü yaşlı ve bitkin bir halde yatağına uzandı. Çok geçmeden bir rüya gördü. Biri
ona şöyle diyordu: - Neden bizi anmayı bıraktın? Ne diye unuttun bizi?
-Çok yalvardım, dua ettim, niyazda bulundum ama kimse bana cevap vermedi diye cevaplayınca, ona dendi ki:
- Senin bize niyazda bulunmanın kendisi bizim sana cevabımızdı.
Arif uykusundan uyandığında dili Allah'ı zikretmekle depreşiyordu. Tekrar yüreği sevgi ile atmaya başladı. Yüce Allah'ın kullarına nasıl ce- vap verdiğini artık kavramıştı. İyilik yolunu bulmuş olmanın ve onun gösterdiği çizgide yürüyor olmanın kendisi zaten en güzel cevap ve en değerli bağıştır