Yalnızlığın dönüm noktaları, aynı ölüm gibi,
ne zaman olmuştur ki? İnsanların yaşama
tutunma sevinçlerinin dindiği o gün,
her şeyin çok geç olduğunu mu yansıtırdı?
Yaşlandı Tante Rosa… Bir noel ağacı gibi süslü, pırıltılı olmalıyım. Göze batıcılığım, çirkinliğimi, yaşlılığımı aşmalı. Gülebilirler, alay edebilirler, ama görmeden geçemezler. Bunca yaşamışlığın yanından insanların bakmadan, aldırışsız geçip gidivermeleri, hayır bunu istemiyordu! Yüreğimi attım ortalığa kimseler üstüne basmadan geçti. Bu şarkıyı unutmak istiyordu, son rezilliğini paylaşmak istiyordu. Bir duyguyu tek başına yaşamak, acı çekmek tek başına, bundan sadece genç âşıklar hoşlanır. Onlar bile bunu şiire döküp acınmak, ‘aman nasıl da sevmiş’ dedirtmek isterler. Yüreğimi attım ortaya bütün ordular çiğnesin, bütün tanklar ezsin istiyorum…
Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farz et ki, bir rüzgârdım, esip geçtim hayatından
ya da bir yağmur sel oldum sokağında
kaybolup gittim, belki de bir rüyaydım senin için.
uyandım ve ben bittim
...
beni güzel hatırla
dizlerinde uyuduğumu düşün,
saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı,
mutlu olduğun anıları getir gözünün önüne.
alnından öptüğüm dakikaları...
birazdan kapını çalan kişi olabileceğimi düşün
şaşırtmayı severim biliyorsun.
bu da sana son sürprizim olsun.
şimdi, seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
beni güzel hatırla.
Gidiyorum...
Temel ilke, Türk ulusunun onurlu şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz. (...)
Oysa, Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya bağımsızlık ya ölüm!
İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır.
(...)
Bağımsızlığı için ölümü göze alan bir ulus, insanlık onur ve yüceliğinin gereği olan bütün özveriyi yapmakla teselli bulur ve hiç kuşkusuz tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, onursuz bir ulusa göre dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
Sayfa 9 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyacak
“Sen benim altıncı işimsin. Onca ağır yükün altında sana ayırabileceğim ancak yorgunluğumdur. Otuz iki yıl kalbimi ve gövdemi silerek kurduğum dünyanın önüne almamı bekleme seni. Ne kadar derinden gelirse gelsin, ne kadar yakıcı olursa olsun, görünmez bir boşluğu o da bir sürelik dolduracak bir ses için onca yılı hiçleyemem. Bu dünyayı kolaylaştıracaksın diye kapılarımı açtım. Bir yol boyu pınarsın sen. Kan ter içinde geliyorum bir yudum serinlik için, içindeki çirkefle simsiyah ediyorsun. Attığım hiçbir adım için kimseye hesap vermedim ben. Kimse için zaman saymadım. Aşk değil işgal bu. Gittikçe herkese benziyorsun. İçindeki cehennem ilgilendirmiyor beni. Bana gülün gerekli, dibindeki gübre değil. Anlıyor musun?”
Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu.
Maria Puder bana bir ruhumun bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum.
Bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.