Bugün inceleyeceğim konu tarihte birçok defa tartışma konusu olmuş. Yer yer hasıraltı edilmiş olan oğlancılığı anlatacağım. Her ne kadar başlıkta Türk Tarihi diye yer vermiş olsam da genellikle bahsedeceğim tarih Osmanlı İmparatorluğu'nu anlatacaktır. Çünkü elle tutulur kaynakların fazlalığı bu dönemde çok daha fazla. Yine de Türk Tarihinde
Kendini aşka adamış, aşka tapmış bir adamın bir araya gelemeyecegini bildiği bir kadına sevgisini, ikiIemlerin yarattığı acılarını, düşlerini dile getirişinin ürünüdür bu kitap. Tabii .
yazan babam olduğu için "bir kadın" ifadesi gerçeği yansıtmıyor. Bu yazılanlar kadınlara yazılmışlardır. Sevenin sevilene dil döküşüdür bu mektupIar ...
Babam kendi oluşturduğu "Bütün Eserleri"nde "Mihriban'a MektupIar"a yer vermemiş ve adeta onun varlığı yok saymıştır. Nedenini bilemedigim bu durumu görmezden gelemedim ve kendisini de tanıdığım Mihriban'a ben yer verdim.
Cünkü babamm yazdığı bütün mektuplar asImda hala sahibini anyor ...
Lütfü Oğuzcan Nisan 2008
Bu tarz kitapları kim yazarsa yazsın, beğenemeyiz. Neden? Aşkı anlatmak mümkün mü? Yani herkesin kendine göre bu konuda bir tanımlaması olduğu kanaatindeyim. Kimi aşkı bir insanda bulurken, kimi bir eşyada kimileriyse parada buluyor. İnsani ilişkilerin kast edildiği bu romanı neden beğenmeyip, olmamış diyeceğiz peki? İşte bu sorunun önemi çok
Üstad yine üstadlığını konuşturmuş. Çağın kadına ve aşka dair modernlik adı altında dayattığı iki paralık değer yargıları ve paçavra düşünceler ait oldukları çöplüğe atılıp objektif ve nesnel bir göz ile bakıldığında eserin bahsi geçen konulardaki biricikliği ortaya çıkmaktadır. Eser kadın erkek ilişkisini cinsler arasında rekabet yada birini yüceltip diğerini alçaltma gayesiyle değil cinslerin tabii özelliklerini göz önüne alarak ortaya koymaya çalışmaktadır. Eserin birinci kısmı gözleme, akla ve matığa bağlı nesnel çıkarımlar üzerinde şekillenirken; ikinci kısmı duygular ve hormonal durumlar neticesinde ortaya çıkan öznel durumlar üzerinde durmaktadır. Üstad insanın iki kısmına yani mantıksal kısmı olan aklına ve duygusal kısmı olan kalbine göre eseri bölmüş ve bu iki yönden kadın erkek ilişkisini ve cinslerini değerlendirmeye çalışmıştır. Eseri kadın düşmanlığı olarak yorumlayan ve yazar hakkında hikayelerle söylemine dayanak oluşturmaya çalışan eblehleri dikkate almamak gerek.
Toplumun kaba tabirlerini bilimsel dayanaklarla!? kaleme alınmış hali.
2 bölümden oluşan yargıların ilki kadınları aşağılama ile olgulanmış ( yallah Afganistan'a şofpen demedim değil hani...) hatta müslüman toplumlarda çok eşliliğe karşı hoşnutluğunu desteğini esirgememiş.
.
Schopenhauer’e göre kadın;
-zihinsel olsun, bedensel olsun büyük
Eski zamanlarda Almanların yaptığı gibi, güç ve nazik meselelerde kadınlara danışmak hiçbir sûrette hafife alınacak bir mevzu değildir, çünkü onların meseleleri kavrayış ve değerlendiriş şekli bizimkinden oldukça farklıdır.
Arthur Schopenhauer'in, kadınlara olan düşmanca tavrını benimsemem mümkün değil. Bir anneden dünyaya gelen insan varlık sebebine bu kadar ön yargıyla nasıl bakabilir anlayamıyorum.
Erkekler olarak kadınların yakasını bıraksak iyi olacak. Muhtemelen kadınlarda kendilerini kalıplara sokmak isteyen sistemlerden ve insanlardan sıkıldılar.Neden tüm normlar kadınları biçimlendirmekle görevlendirilmiş gibi !..
Kadınları rahat bırakalım, biz erkeklerin yönlendirmelerine ihtiyaç duymayacak kadar engin ve derinler...
Halid Ziya Uşaklıgil, Edebiyat-Cedide topluluğunun en önemli yazarlarından biri. Olgunluk çağı eserleri olarak nitelendirilen Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu ve Kırık Hayatlar isimli romanları bu topluluğun yayın organı olan Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş. Yazı hayatına atıldığı yıllarda Fransızca’dan çeviriler yapan Halid Ziya, o esnada