Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
- Pek çok şey 12 Eylül'de başladı. Bak bunlar o yıllarda devletin resmi görevlileri eliyle hazırlanan bildiri ve afişler. Gördüğün gibi bir yanında cami, bir yanında bayrak var, altta da Kur'an'daki ayetlerden, surelerden, hadislerden sözler yer alıyor. Bölge valilerinin emriyle her köşe başına, bakkal dükkanlarının camlarına, muhtarlıklara astırılıyormuş, hatta bunlar yırtılmasın, bulundukları yerden sökülmesinler diye başlarına asker dikiyorlarmış… - Afiş başı bekleyen asker! Aziz Nesin hikayesi gibi. - Bildirilerin, afişlerin zeminine renk olarak insanların dini hislerine hitap edeceğini düşündükleri şu tonda bir İslam yeşili döşeniyor. - İslam yeşili ha? - Malum, 'İslam yeşili' diye bir şey var. Görmüşsündür, bölgede hacca gidip gelenlerin evlerinin kapılarının etrafı yeşile boyanır, ziyaretgâhlarda sandukalar yeşil örtüyle kaplanır. Üzerinde kelime-i tevhid yazan yeşil İslam sancaklarını, bayraklarını hatırla, bunların Müslüman hafızadaki çağrışımlarını da düşün... Bak bir de okullarda, radyolarda, televizyonlarda yasak olan Kürtçe, bu bildirilerde yasak değil. Dini duygularına, geleneksel değerlerine bağlı olduğuna inandıkları bölge halkını devletin şefkatli kollarının altına Kürtçe çağırıyorlar. Al sana ironi!
Sayfa 211 - Metis Yayınları
Parola
Göztepe'deki Kenan Paşanın köşkünde bugün büyük bir üzüntü var. Kenan Paşa barut olmuş, yanına yaklaşılmiyor. Ama Paşa'nın hakkı var. Torunu Öztunç yedek subaylığını bitirip geldi. Öztunç, askerlikte teğmenliğe yükselememişti. Birliğine asteğmen gitti, yine asteğmen rütbesiyle eve döndü. O yıl yedek subay okulunu bitirip kıtaya çıkan ikibinden çok
Reklam
Evlerinde yangın olur, 18 yaşındaki annesi 2 çocuğunu ve bir de dikiş makinesini zar zor kurtarır. Gerisini Aziz Nesin'den dinleyelim: "Annem dikiş makinesinde amerikan bezinden asker çamaşırı dikip, kazandığı parayla bizi besliyor. Sonra dantel örmeye, o zamanki kadınların başlarına örttükleri yemenilerin, başörtülerin kenarlarını süsleyen oya işlemeye de başladı. İdare lambası denilen petrol kandilinde geceleri gözü iyi görmediği için, gündüzleri dantel örer, oya işler, geceleri de makinede çamaşır dikerdi. Yatağımda dikiş makinesinin tıkırtıları içinde uyuyakalırdım... Yıl 1919, 20 olacak. Babam yok ortalarda. O çok daha önceleri Anadolu'ya gitmiş , bizi öyle bırakıp. Anadolu'da Kurtuluş Savaşı var.. Onsekizindeki annem, o oyaları renkli kuka ipliklerinden değil de gözyaşlarından, gözünün ışığından örer, işler sanırdım. Anamın elinden çıkmış o oyalardan bitekine şimdi bütün kitaplarımı, bundan sonra yazacaklarımı da verirdim.."
Zor mor, üniversitedekilere, hani şu bizim bilimcilere ve bilginlere göre, yine de iyidir yazarlarımız. Yirminci yüzyılın ortasın da uygar Fransa'nın asker havacıları ve paraşütçüleri Cezayirli yurtseverlere kan kusturur, işkence ederlerken, Paris'te bir hukuk profesörü yazık ki şimdi adını anımsayamıyorum kürsüye çıkmış ve öğrencilerine: «Bağımsızlıklarını isteyen Cezayirlilere işkence eden böyle bir yönetim altında profesörlük cüppesini giymekten utanıyorum... " diyerek cüppesini (binişini) çıkarıp atmış ve bir daha ders vermeyerek tek başına bir bilimci olarak tarih önünde Fransa'nın onurunu kurtarmıştır. Kimi ülkelerde öyle dönemler olur ki, bir profesör, bir yazar, bir sanatçı bütün bir ulusun onurunu tarih önünde tek başına yüceltebilir. Profesörlük cüppesini giymekten utanan o Fransız profesörünü anımsadıkça, zaman zaman sizin de «Utanan insan aranıyor!» diye bağırasınız gelmez mi?
Sayfa 15 - Adam YayınlarıKitabı okudu
- Ver bakalım şunun kafakağıdını! Mevlut raftan eline gelen bir kafakağıdı alıp göstermiş. Candarma bakmış. -Mevlut Ağa, demiş, bu oğlan asker kaçağı. Mevlut demiş ki: - Buncağız tüfek mi tutar, harbe mi gider, yoksa hizmet eri olurda bulaşık mı çalkar, yoksa çamaşır yıkayıp çocuk mu bakar!..
Bak sen işe, o zamana kadar ölen çocukların kurası çıkıyor. Candarma kapıya dikiliyor: - Len Mevlut Ağa, çıkar oğlanları, beş oğlun birincisi yoklama kaçağı, dört oğlunda asker kaçağı... Yataklık etmenin cezası kaçaktan çoktur. Mevlut, - Bende o kadar oğlan olsa, aygır deposu açardım, işte olan biten buncağız diye Satılmış'ı gösteriyor.
Reklam
ÖLÜMÜNE SEVERSEN ÖLÜRSÜN! AZİZ ABİ Soğuk bir aralık günü… Ortalıkta hiç kimse yok. Her zaman neşeli çocuk sesleriyle dolu bahçe, sabahki kardan artakalan beyazlığın içinde, sessiz. Bahçenin bittiği yerdeki yeni bina inşaatı hemen fark ediliyor.Arabamızı bahçenin girişine bıraktık ve yürümeye başladık. Çok geçmeden dokuz on yaşlarında esmer ince
Maske cezası konusunda jandarma ya da polisin idari para cezası yazma yetkisi olmaması ve cezalarının keyfi olduğu yönündeki emsal kararların varlığı beni biraz yatıştırdı. Eğer insanları ceza tehdidiyle korkutup, ceza yazar gibi ( tutanaksız ) müsveddeye tc ve telefon no yazılıyor ve imza attırılmıyorsa - ki bende öyle oldu- sorun yok o vakit. Ama ceza eğer resmileşir ve tebliğ edilirse Sulh Ceza Mahkemesi'ne iptal dilekçesi vereceğim.Esas handikap bana ceza yazan, kıt'alara yeni sevk olmuş, acemi asker ya da polislerin bizzat kendilerinin maske takmaması. Tam Aziz Nesin ülkesi. O parayı ödememek için her şeyi yapacağım. Ergen diliyle yine: "Atara atar, gidere gider..." :)
Karşı gelme büyüklerine taş kesilirsin Bak nasıl yığdılar üstümüze taş betonu Seni bana öldürttüler Beni de sana Bizi bize kırdırtıp Hepimizin adına Adımız ki bilinmeyen asker O çok iyi bilinenler Üstümüze bu anıtı diktiler.
İki silahlı asker aldılar araya, Ozan'ı tutuklayıp getirdiler saraya... Ozan görünce kapısını salonun, Anlayıp amacını O'nun, arkasını kapıya dönerek eğildi, Kapıdan öyle girdi. Sultan Palamut'un ilk gördüğü, Ozan'ın kıçıydı, başı değildi. Sultan Palamut'un beti benzi uçmuştu. Kıçıyla girince salona Ozan, Kaldırıp dik başını konuştu: "Kıçımla verdimse reverans, Bağışlayınız ekselans!.. Çünkü bir Hazret-i Dangalak, Zorla geçmişse başa, Onu kıçıyla selamlamak düşer, Her onurlu yurttaşa." Nesin Vakfı(Dereboyu) — Ağustos 1990
Sayfa 19 - ADAM YAYINLARI / SULTAN PALAMUT'LA OZANKitabı okudu
190 öğeden 121 ile 130 arasındakiler gösteriliyor.