Ne de olsa klasik anlamda "boş" bir hayatın en iyi özetini bize şehir dışında yaşayan insan verebilir. Bu insancık, her sabah aynı saatte kalkar; aynı trene biner; ofiste aynı işi yapar; aynı yerde öğle yemeği yer; hep aynı garsona bahşiş bırakır; aynı trenle geri döner; genelde iki ya da üç çocuk sahibidir; biraz bahçe işleriyle uğraşır; tatil olarak yılda iki haftasını hiç hoşlanmadığı yerlerde geçirir; Noel'de ve Paskalya'da kiliseye gider ve altmış beş yaşında muhtemelen bastırılmış nefret duygularının neden olduğu bir kalp krizinden ölene dek aynı monoton ve mekanik hayatı sürdürür. Ben yine de içten içe, bu insanın can sıkıntısından öldüğünden şüpheleniyorum.
Benden başka herkes "insancık"tı. Bunu bir yolculukta keşfetmiştim ilk. Benim de başkalarının "insancık"ı olduğumu da o yolculuk bitip eve dönünce anladım.
Kim değil ki Aslı'cım? Bu rutinin dışına çıkabilen insan yüzdesi toplum bazında ölçülemeyecek düzeydedir muhtemelen. Kısa bir an insan öyle olmadığı sanrısına kapılabiliyor sadece.. O da üniversitenin son dönemi ile işe başlama arası bir tarih. İnsan sadece o dönem her şeyin mümkün olduğuna, özgür olduğuna inanıyor. Sonrası malum..
Uzun bir inceleme okumaya başlamadan önce derin bir nefes :) youtube.com/watch?v=A_OboeB...
Koca koca puntolarla yazılmış bir başlık "Hayatı Yeniden Keşfedin" altına kırmızı şeritte sarı rengiyle abartılı bir slogan "daha cesur, üretken ve doyumlu bir hayat için gerekli araçlar", bunları görünce bir türlü
İnsan bir kez başarılı olmayagörsün, çevresinden övgüler almaya devam etmek için elinden geleni ardına koymaz. Bu, kendi kendine güçlenen, sonlanması gerektiği düşünülemeyecek bir döngü.
Etraftan beklenmemesi gereken bir şey kesinlikle koşulsuz sevgi. En önemlisi kendi kendimizi koşulsuz sevmek ancak ailede öğrenilen bir şey bu ve ben hissedemedim o koşulsuzluğu. Eğer başarılı olursam sevileceğime inandığım için bu yetişkinlikte de devam etti işte.