“Çiçekler hiçbir şeyin kalıcı olmadığını öğretir bize; ne güzellikleri kalıcıdır ne de solgunlukları; çünkü sonradan yeni tohumlar verirler. Mutluyken de üzgünken de hatırla bunu. Her şey geçip gider, yaşlanır, ölür ve yeniden doğar.”
Kimsenin beni nasıl karşıladığını hiç düşünmüyorum. Belki bencillik ediyorum ama, artık bir yerde, ancak benim, kendimin herkesi ve her olguyu nasıl karşıladığım ilgilendiriyor beni.
Acımak , başkalarının çektiği azaba bakıp, onların yasını tutarmış gibi yaparak kendi mutluluğuna şükretmektir çünkü.Acımak, kıl payı yırttığın mutsuzluğun diyetini uğursuz, cüretkâr bir sadaka gibi dağıtmaktır.
"Anladım ki aşk gözlerini kaybetmekti zaten. Sesini kaybetmekti, tümden kaybolmaktı. Başkasının gözünden bakıp, ağzından konuşmaktı. Aşk yakalandığım en kişiliksiz hastalıktı."
İddiasızca hayatımıza giren ve büyük laflar etmeden
uzun zaman orada kalmayı becerebilenler, zaman içinde kalbimizin ve ruhumuzun en manzaralı dairelerine yerleşiveriyordu demek.
Arkadaşlık iki insanın birbirine günlük rapor vermesi, hayatlarının tüm ayrıntılarını paylaşması demek değildi. İki insanın birbirine
iyi gelmesi yeterliydi bana kalırsa.
Büyürken, yanlışların yerine doğruları koymak istediğinde şunu anımsa: Yapılacak ilk devrim, insanın kendi içinde yapacağıdır, evet ilk ve en önemli devrim budur.