Bir de şuna şaşıyorlardı: Naıl oluyor da bir eşek kadar bile kafası işlemeyen, vicdansız, ahlaksız, budala zenginin biri, sadece birkaç torba altını var diye akıllı dürüst bir sürü insanı buyruğu altında köle gibi kullanabiliyordu.
Utopialılar aklı başında insanların yıldızlar ve güneş dururken bir incinin ya da elmasın cılız pırıltısına düşkünlüklerine şaşarlar.
...
Kendiliğinden hiç yararlı olmayan altına neden bu kadar değer verildiğini, insanın dilediği gibi kullandığı bir nesnenin nasıl insandan daha üstün sayılabileveğini anlamıyorlardı.
Herkes bilir ki bütün canlı varlıklarda açgözlülüğün nedeni ya korku ya da yoksulluktur. İnsanda ise bazen yalnız kendini beğenmişlikten gelir açgözlülük. Çünkü faydasız ve boş şeyleri gösterişle ortaya serip başkalarından üstün geçinmeyi şanlı bir iş sayar insanlar.
Bilgeler sürekli bir yağmur boşanırken sokaktaki kalabalığa evlerinize girin de ıslanmayın diye bağırırlar. Sesleri duyulmazsa sokağa çıkıp herkesle birlikte boşu boşuna ısalanmazlar, başkalarını budalalıktan kurtaramayınca evlerinde oturup kendilerini korurlar tek başlarına.
Milyonlarca çocuğu bozucu, körletici bir eğitimin pençesinde bırakıyorsunuz. Erdem çiçekleri açabilecek bu körpe fidanlar gözlerinizin önünde kurtlanıyor; büyüyüp suç işledikleri zaman, yani içlerine çocukluktan giren kötülük tohumları acı meyvelerini verdiği zaman ölüm cezasına çarptırıyorsunuz onları. Sizin yaptığınız nedir biliyor musunuz? Asma zevkini tadabilmek için hırsızlık yaratmak.
Küçük çocuklar, annelerinin öptüğü yaraların iyileşeceğine nasıl inanırlarsa birbirine aşık insanlar da küçük bir öpücüğün bulutları yok etme gücüne inanırlar. Ve her şey inanmakla başlar.
Gerçekliğinden kuşku duyulmayacak şeyler vardır. Onlar hiç sorgulanmadan olduğu gibi alınır, öylece korunur, onlara dokunulmaz. Hayatta yaşanan en büyük düş kırıklıkları ve depresyonla da bu sorgulamadan kabul edilen 'doğuştan gerçek' lerin yıkılmasıtka oluşur.