Umberto Eco okumak benim için apayrı bir keyiftir çünkü çoğu kitabı hem zorlayan hem de doyum veren türdendir. Fakat bu kitabından önceki okuduklarım kadar doyum alamadım. Aslında ne onun ne benim bir suçum var çünkü İtalyan olmadığım için yoğun olarak onların geçmişinde önemli olan kitap, film, gazete, reklam vs. ile dolu olan bu kitabın bazı kısımları benim için yeterince anlam ifade edemedi. Öyle olunca da kitabın hakkını tam olarak veremediğimi düşünüyorum. Resimler, afişlerle dolu bu ilginç kitap elbette İtalyanlar için çok daha değerlidir.
Kahramanımız Giambattista Bodoni hafızasını kaybetmiş olarak uyanır. Daha doğrusu bilişsel olarak öğrendikleri yerli yerindeyken anısal hafızası adını dahi hatırlamayacak kadar buharlaşmıştır. Yüzlerce yıllık çok değerli ciltleri satan bir antika kitapçı olan Bodoni çocukluğunun geçtiği eve gider ve oradaki nesneleri tek tek inceleyerek geçmişini geri almaya çalışır. Böylelikle ikinci dünya savaşı dönemi İtalyasını onunla birlikte gezme fırsatı buluyoruz.
Kitabın son bölümü ile başlangıç arasında çok nefis bir kurgu atraksiyonu var. Spoiler vermemek için detaylandırmayacağım ama kitabın en sevdiğim yanı oldu. Bu arada çocukken çok severek okuduğum Çocuk Kalbi’nin faşist bir yanı olduğundan bahsetmesine önce üzülsem de sonra düşününce hak verdim. Eco’nun bendeki yeri ayrıdır, onunla hasret giderdiğim için mutluyum.