Fosforlu bir kurt, mavi-beyaz yanıp sönerek ilerliyor. Etrafta, karanlığın içinde kırlar, neredeyse güzel bir koku yayan, geniş bir gürültüsüzlük. Her şeyin huzur içinde olması beni kötü ediyor, ağır geliyor. Muğlak bir sıkıntı nefesimi kesiyor.
Zaten seyrek giderim kırlara, bütün bir gün, hele üst üste iki gün geçirdiğim daha da nadirdir. Ne var ki bu sefer, şu an evinde bulunduğum bir dostum, davetini geri çevirmeme izin vermedi ve içimde bir sıkıntıyla, görkemli bir kutlamaya davet edilmiş çekingen bir adam gibi geldim ben de; sonuçta geldim ve çok memnunum, açık havayı, uçsuz bucaksız manzarayı sevdim, hoş bir öğle yemeği, akşam yemeği yedim; şimdi, karanlık gecede, ışıksız odamda, bu belirsiz yer içime sıkıntılar veriyor.
Kaldığım odanın penceresi, bütün kırlar gibi belirsiz kırlara, gökyüzünde tek tük yıldızın parladığı, sesi duyulmayan, ama hissedilen bir rüzgârın yarıp geçtiği engin geceye bakıyor. Pencerenin kenarına oturmuş, dışarıda var olan evrensel hayat denen hiçliği seyrediyorum. Zaman nesnelerin görülebilir görülmezliğinden sol elimin yanında uzanan beyazımsı pervazın, kabuk kabuk kalkmış boyanın altında belli belirsiz pütürlü tahtasına dek her şeye, hafif bir kaygı olarak sindi.