Ağabeylerden biri hastanenin bahçesinde dolaştırdı beni. Sonra ne gördüm bil bakalim! Bir uçurtma! İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememiştim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim gögümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar büyük değildi. Ama maviydi
onun gibi. Ağabeye dedim ki:
"Bak, uçurtma kaçmış!"
"Hani bakayım! Nereden kaçmış?"
"Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vur-ma!"
Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit aldi. Babam gibi.
Ağabey uçurtmayı vurmadı. Belki annemi de vurmazdı. O uçurtma nasil kaçmış İnci?
Geçen hafta Nevin'le odun taşıyorduk yine. Sordum ona, "Senin de yüreğin çarpıyor mu?" diye. Çarpıyormuş. Herkesinki çarparmış. Ama kimininki aydınlık olurmuş, kimininki karanlık. Dışardan hangisinin karanlık, hangisinin aydınlık olduğu nasıl anlaşılır İnci?
Nevin'e sordum: "Dünyanın en zor işidir onu birbirinden ayırmak," dedi. "Dünyanın en zor işi nedir?" diye Zahide Ana'ya sordum. Islak odunla kâğıtsız soba yakmakmış. Nevin'in dediği, ıslak odunla soba yakmaktan bile daha mı zor?