“Vizite!..” Buna hâlâ böyle havalı adlar takmaya devam ediyordu meslektaşlar. Mide değil işkembe! Sanki bu sözcük o ödemenin benimsenmesine yetiyordu ve artık açıklanmaya muhtaç olmaktan çıkarıyordu... Ayıp! demeden edemiyordum kendi kendime ve bundan kurtulmanın yolu yoktu. Her şey açıklanabilir elbette, bunu ben de biliyorum. Ne var ki fakir fukaranın yüz parasını almış olan kişi artık ömrü billah beş para etmez iğrenç herifin teki olarak kalmaya mahkûmdur! Zaten o zaman bu zamandır ben de artık herkes kadar iğrenç olduğumdan eminim. Öte yandan sanmayasınız ki o yüz paralarıyla ve on franklarıyla çılgınlıklar yaptım karı kız çağırdım. Hayır! Çünkü nasıl olsa o paranın büyük bir kısmına ev sahibi el koyuyordu, ama olsun, bu bir mazeret değildir. Keşke öyle olabilseydi tabii, ama değil işte. Ev sahibi dediğin, bok üstü boktur. O kadar.
Gel.
Gel ve kurtar beni.
Sesini, yüzünü, kokunu hatırlamasam da gel artık. Seni istemediğimi haykırsam da sen gel ve kurtar beni; çünkü biliyorum, sen dışında kimse kurtaramaz artık beni.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü,
Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor
böylesine hazırlıklı değilim daha.
Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar
çocuklarda.