Sus kimseler duymasın,
Duymasın ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerimde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
“Sevmemek insanın elinde değildi de sevmek elinde miydi sanki? Bir insanı sevmeye ya da sevmemeye önceden karar verilebilir miydi? Sevgi kurgulanabilir tasarlanabilir miydi?
Hadi önceden karar verilebilir, kurgulanabilir tasarlanabilir diyelim, insanın bir de ona gerçeği söyleyen içi yok muydu? İnsan içine hudut çizebilir, söz geçirebilir gönlüne ferman dinletebilir miydi?”
“Yazınca zaman dokunulabilir, sarıp sarmalanabilir, elle tutulabilir bir şeye dönüşüyor.Fotoğraf gibi saklayabileceği, dönüp tekrar bakabileceği bir şeye.”
“Kavramına sahip olunmayan şey görülemez.Nasıl ki çıplak göz tarafından teleskop olmadan uzak cisimler, mikroskop olmadan küçük cisimler görülemez aklın gözü olan, ona teleskop ve mikroskop hizmeti veren kavramlar olmadan da akıl göremez; öte bir deyişle akıl yalnızca kavramına sahip olduğu şeyi görebilir.”
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. Tasımı tarağımı topladım geldim. Neyim var neyim yoksa ortaya döktüm. Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim. Bir kere çavuş olduktan sonra bir daha amelelik yapamayan zavallı köylüye dönerim. Beni uyandır.”
insanoğlu zavallı bir mâhluk vesselâm!
bu dünya pazarına neyi aradığını,ne için salıverildiğini bilmeden gönderilen bir gurbet düşkünü için bu şenlik yakışır mı?
acaba biz kendimiz buraya gelmeklikten maksut olan neticeyi hâsıl etmiş miyiz ki aynı gurbet diyârına ayak basan bir başka yolcuyu el çırparak,sevinerek karşılarız?
biz insanların da her yaşta her çağda heyecanla hazla telaş ve zevkle sırasında gözyaşı dökerek arkasından konuştuğumuz dâvâların bir mâcun değneğinden bir kedi kuyruğunun cilvesinden ve bir horozun gurûrundan bilmem ne farkı vardır?
ama şaşmamalıydım zirâ insanlar hep böyle idiler bir nefeste dost bir nefeste düşman olmaları için gururlarına küçük bir iğne değdirmek yeter de artardı bile
zavallı küçük dostum ne de gafilmişim..siz birbirinize ayaklarınızla mı gidip gelirsiniz hâlâ baştan ayaktan geçmedinse bu yanlış, bu iptilâ bu ezel sergüzeşti nedir?
biz insanlar çok defa koşa koşa gittiğimiz bir yolda elimizden,kolumuzdan,boynumuzdan haberimiz olmadan düşen kıymetli bir mücevheri aramak için geri dönen şaşkın yolcuya benzeriz
İçimizde,bizim "ahlak" tarafımızdan hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden,neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir "hesabi" tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu.