Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Oruç (sahibini koruyan) bir kalkandır. Oruçlu, ahlaksızca konuşmasın, cahilce işler yapmasın. Eğer biri kendisiyle tartışmaya veya hakaret etmeye kalkışırsa iki defa, 'Ben oruçluyum' desin. Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki oruçlunun (açlıktan dolayı) değişen ağız kokusu Allah nezdinde, misk kokusundan daha hoştur. (Allah oruçlu için şöyle buyurur): 'O, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükafatını ben vereceğim. Bir iyiliğe ise on misli ecir vardır."
Oruç, zamanın kirlettiği ve ölümün tozlarına batırdığı vücut ve ruh için, gözle görünmez bir gusül, bir teyemmümdür. Tek başına bir tıb, dörtbaşı mamur bir sıhhattir.
İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za'fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise...
Kronik bir hastalığı olan ve düzenli ilaç alması gereken hastaların oruç tutmaları gerekmez. Çünkü Allah Teâla Kur'ân-ı Kerîmde şöyle buyurmaktadır:
لا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا
Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz. [Bakara, 2/286.]
Eğer hastalıkları şifa bulup sona erdikten sonra kaza edebileceklerse tutamadıkları Ramazan oruçlarını kaza ederler. İyileşme ihtimali olmayan ve ömür boyu süren hastalık olması halinde oruç tutamadıkları her güne karşılık fidye öderler.