Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.
Çocukluğundan söz ederken, eskiden hayatın bu kadar hızlı değişmediğini söylüyordu. O zamanlar, diyordu , yenilikler yavaş gelirdi. Hayatımıza alıştıra alıştıra dahil olurdu. Yenilikler bizi heyecanlandırır, ama şaşırtmazdı. Ertesi gün neyle karşılaşacağımızı bilirdik. Şimdi öyle mi? Yenilikler süratle geliyor, yine aynı süratle gidiyor. Eskimeye olanak bulamadan hayatımızdan siliniyor. Ardında ne iz ne anı bırakıyor. Biz bir yeniliğe ayak uyduramadan, yerini bir diğeri alıyor. Oysa insanın bir sınırı var. Kaplumbağadan hızlı yürür, tavşandan yavaş koşarız. Zihnimizin ve duygularımızın da sınırı var. Geleneklerin önünde gider, yeniliklerin ardında kalırız. Bu dengeyi zorlayan değişim, içimizdeki teraziyi kırıyor.
Doğa yalan söylemezdi. Gün ile gece, doğum ile ölüm, deprem ile fırtına gerçekti. İstanbul, gerçeği doğadan öğrendi, ama yalanı kendisi yarattı. Göz boyamayı, yüz değiştirmeyi ve hafızayla oynamayı yarattı. Herkesi kendisine bağladı ve sabah uyandığında eski sevgilisini koynunda bulacağına inanan sarhoşlar yarattı. Zenginlerin hak ederek para kazandığına inanan yoksullar yarattı. Bol bol umut saçtı. Kalbi kırıklar elbet gün yüzü görecekti. İşsizler de bir gün eve ekmek ve etle dönecekti. Yalnızlığı gizlemek için ışıklı vitrinler yarattı. Tanrı'nın yokluğuyla yetinmek yerine kendisi Tanrı olmak isteyen akıl yarattı. Ten kokusunu çoğaltan İstanbul, sürekli vaatte bulunan ama uzakta duran sevgili gibiydi. En iyi yalanlar ondaydı. Ona inanmaya can atan kadın ve erkekler yarattı.