Çevremizi kuşatan bezgin kalabalığın çekildiği, başını ona eğmiş durmadan konuşan arkadaşını artık duymadığı, insanın kırılmaz camlardan sızıp gittiği bir başka evrende kurulu köprünün iki ucunda yalnızdık.
Yalnız pazarları değil, her gün ondan ayrılınca, ağabeyimin evinde yemek zorunda olduğum, çoktandır benden bıktıklarını bildiğimi açığa vuracağım korkusuyla gitmeden edemediğim akşam yemeklerinin -'saat yedi'nin- yaklaştığı sıkıntısı gelir beni bulur. Bu yarım saatlık sıkıntılar ne geç kaldığım bir akşam ağabeyimin cebinden saatını çıkarıp ‘-Bu evde akşam yemeği saat yedide yenir. On dört dakika geciktin' diye bildirdiği ne de altı yaşındaki yeğenimin, masanın çevresindekileri şaşırtan bir açıklıkla, ‘— Amca be, senin de iş bulacağın yok ya!' dediği zaman başladı.
Bu eli tutup avutmanın dayanılmaz isteği kabardı içimde. Birden elini çekti; kucağına indirdi, öteki elinin altına sakladı. Sanki tutmak istediğim yalnız sağ eliydi.
Bodur Minareden Öte'nin baskısı yapılıyor ama kapak baskısı uzayabilirmiş. Çıktığında iyi bir telif hakkı verirlerse uçakla gelmeyi düşünüyorum. Şu büyük uçaklara hiç binmedim; hevesim kursağımda kalacak.