İnsan yaşlanır; içinde o derin zayıflık hissini, kayıtsızlığı, rahatsızlığı hisseder, bütün bunlar ilerleyen yaşla gelir; böyle hissedince de sadece hasta olduğunu düşünür, bu can sıkıcı durumun belli bir nedeni olduğunu düşünerek korkularını bastırır ve hastalıktan kurtulduğu gibi bu durumdan da kurtulmayı ümit eder. Boş düşünceler. Yaşlılığın bir hastalık olduğu, korkunç bir hastalık olduğu düşünceleri. Yaşları ilerledikçe insanları dine yönelten şeyin ölüm ve ölümden sonraki şeylerin korkusu olduğunu söylerler. Fakat kendi deneyimim beni şu inanca yöneltti: böyle korku ve düşüncelerden apayrı olarak, dinî duygular biz yaşlandıkça gelişme eğilimi gösterirler, çünkü ihtiraslarımız ateşini yitirdikçe, hayal güçlerimiz ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hale gelir, bir zamanlar aklımızı çelen imgeler, arzular ve heveslerden arındıkça Tanrı, gizlendiği
bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı hisseder, görür ve ona yönelir...
Felsefe okuyana:
"Hayırdır filozof mu olacaksın?"
Tarih okuyana:
"Başımıza tarihçi mi kesileceksin?"
Roman okuyana:
"Bunlar boş işler”
Şiir okuyana:
"Aşık mı oldun be?"
Tasavvuf okuyana:
"Bu iş kitaplardan öğrenilmez" diyen tuhaf insanlar ile iç içeyiz.
Felsefe okuyana;
"Hayırdır filozof mu olacaksın?"
Tarih okuyana;
"Başımıza tarihçi mi kesileceksin?"
Roman okuyana;
"Bunlar boş işler”
Şiir okuyana;
"Aşık mı oldun be?"
Tasavvuf okuyana;
"Bu iş kitaplardan öğrenilmez" diyen tuhaf insanlar ile iç içeyiz..
Felsefe okuyana “Hayırdır filozof mu olacaksın?”
Tarih okuyana “Başımıza tarihçi mi kesileceksin?
Roman okuyana “Bunlar boş işler”
Şiir okuyana Aşık mı oldun be?”
Tasavvuf okuyana “Bu iş kitaplardan öğrenilmez” diyen tuhaf insanlar ile iç içeyiz.