Kara Ozan'ın parlak sesi bir çığ gibi bozkıra ve gönüllere iniyordu. Kara Ozan deyiş söylüyordu.
Çuluk Kağan öldü mü?
Türkler başsız kaldı mı?
Korkak Çinli güldü mü?
Parçalanır yürekler!
Kim bize kurdu tuzak?
Tanrı Türklerden uzak!
Kağandır yurda bezek.
Parçalanır yürekler.
Çuluk Kagan yiğitti.
Şimdi uçmağa gitti.
Bunu bize kim etti?
Parçalanır yürekler!
Yıldızımız sönmüştür,
Yağılar sevinmiştir,
Kağan agulanmıştır.
Parçalanır yürekler!
Tarihin kırk meçhul kahramanı karanlıkta yürüyordu.
En önde Kür Şad, Bozkurt soyunun o od parçası oğlu vardı. Vazifesi olan Türk budununu kurtarmak, fakat hakkı olan kağanlığı başkasına vermek için, ırkının şiir tarihine en güzel mısraı yazmak üzere, gözler ilerde, el kirişte yürüyordu.
–Tasarladığım iş çok atılgancadır. Başarırsak budun kurtulacak. Başaramazsak, dökülecek kanlarımız geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Ölüme karşı göz kırpmadan yapılan her saldırış, büyük bir ülkü için çekilen her kılıç, atılan her ok, çekilen her emek, bil ki boşuna değildir.
Delinse yer; çökse gök, yansa, kül olsa dört yan
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan ,yılmayan;
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!
Bozkıra gece inmişti. Gökte parlak bir ay, havada serin bir rüzgâr vardı. Yüzbaşı Sançar’ın oklarla delik deşik, kılış ve kargılarla, paramparça olmuş gövdesi toprak ananın göğsünde yatıyordu. Yattığı yer kıpkızıl kan olmuştu. Güneye dönük olan yüzü hala gülümsüyordu. Bu gülümseyen yüzde Çinlilerle alay eden, kendi kötü talihlerini yeren, Kara Kağan’a kızan bir anlam vardı.
Gece, tutsaklar ufukta bile görünmez olduktan sonra, gökten melekler indiler. Ötüken’in, bu somurttuğu zaman söz etmeyen, güldüğü zaman dört yanı çınlatan hem asık yüzlü, hem şakrak yiğidin, kahraman Yüzbaşı Sançar’ın topraktan yaratılmış gövdesini toprağa bırakarak çelikten ve ateşten yaratılmış ruhunu göğe yükselttiler. Şeref ve zafer ilahileri söyleyerek uçmağa ilettiler.
Yüzbaşı Sançar uçmağa varalı on üç yüzyıldan çok oldu. Onun düştüğü meçhul yerde, ay ışıklı yaz gecelerinde hala ıstıraplı kahkahalar ve şeref ilahileri işitilir. Bu ilahiler rüzgârın çıkarttığı sestir. Onu herkes işitir. Fakat o ıstıraplı kahkahaları herkes duyamaz. Onun yankılarını uzak, yakın ellerden, ancak içinde Tanrı Dağı’nın odu yanan gönüller sezer. Bu ıstıraplı kahkahalar Yüzbaşı Sançar’ın soyu, onun düştüğü yerde zafer töreni yapıncaya kadar yıllarca, belki yüzyıllarca sürüp gidecek.
Onbaşı Sülemiş ölmüştü. Fakat kılıcını hala sımsıkı tutuyor ve bu kadar ok yediği halde neden düşmediğini anlamayan asi Dokuz Oğuzların dörtnala saldırışı karşısında Gök Türk Kağanlığının kanlı sancağı gibi boynu bükük bağrı deşik duruyordu.
Bozkırın değişmez yasasına göre iki er burada bir ülkü, bir düşünce, bir eğlence yahut bir hiç için savaşıp vuruşacaklar, sonunda biri, belki her ikisi bir daha kalkmamak üzere düşecek, doymaz bozkır düşenin gövdesini yiyecek yaparak yaşayışına devam edecekti.
Delinse yer; çökse gök, yansa, kül olsa dört yan
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan;
Ölümle eğlenen tunç yürekli Türkleriz!