Büyük veli Ebü’l-Haseni Şâzelî, mü’minlerde bulunan hidâyet nurunun ne kadar şerefli ve büyük olduğunu şöyle dile getirmiştir: “Eğer isyana dalan bir mü’minin nuru açılsaydı, gök ile yer arasını doldururdu; Allah’a itaat içinde olan mü’minin nurunun nasıl olacağını düşünün!”33
Kendisinde hidâyet nuru bulunmayan kimse, henüz insanlık makamına çıkmamıştır. “Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en şerlisı' (zararlısı), inkâr edenlerdir; onlar artık iman etmez.” (Enfal 8/55) âyeti, inkâr karanlığında kalıp hidâyet nurundan mahrum olan kimsenin, varlıklar içinde en düşük seviyede kaldığını belirtiyor. Hidâyet nurundan mahrum kalan insanın iç âlemi karanlık; ruhu, zulmet içinde; kalbi ölü, gönül gözü kör;kulakları sağır, dili lâldır. Bu haliyle o, şekil olarak insandır; fakat hakikat olarak hayvanlardan daha aşağı bir derecededir. Çünkü imansız ve irfansız kimsenin yaptığı tek şey, hayvanlar gibi yiyip içmek, uyuyup dinlenmek ve şehvetini tatmin etmektir. Bunlar, insanlık alâmeti değildir.
İnsanı insan yapan değerler, ilahî aşk, iman, irfan, tefekkür, edep ve yüce Yaratacı’nın razı olduğu sâlih amellerdir. İnkâr, karanlıktır; kâfir, nursuzdur. Edep ve sâlih amel sahibi olmayan kimse de gerçek insanlığın hakikatinden mahrumdur. İman ve sâlih amelin meyvesi mârifet ve muhabbettir. Muhabbetin meyvesi edeptir. Edep, insanı hayvandan ayıran manevi güzelliktir.