Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Kralların, imparatorların hüküm sürdüğü o altın çağda insanlar romantik bir yaşam sürüyor, romantik biçimlerde ölüyorlardı. Katil, kurbanını muhteşem bir yemeğe davet eder, hizmetkâr iki şahane kadehte içkilerini sunardı, kadehlerin birinde içkiye karışmış olarak Vitriol bulunurdu. Kurbanın her hareketinin uyandıracağı heyecanı düşünün bir; kadehi
Balkan ülkelerinden bir sanatçıya ait olduğunu sanılan karikatürde boyları, yaşları, kiloları eşit iki mahkûm vardır. Mahkûmların ikisinin de bir ayağına ağır bir demir küre bağlanmıştır. Yürümek gerektiğinde mahkûmların bu küreyi ellerine almaları gerekir yoksa ancak sürünür gibi yürüyebileceklerdir. Karikatürde mahkûmlardan biri, arkadaşının demir küresini elinde taşımaktadır. Arkadaşı böylece hiç ağırlıksız yürüyebilmektedir. Diğer mahkûm da boş durmaz; arkadaşının bu iyiliğine karşılık verir. O da arkadaşının demir küresini taşır. Böylece her ikisi de birbirine iyilik yaparlar ancak taşıdıkları yük değişmez. Bu karşılıklı iyilik onların fiziksel yüklerini hafifletmez. Peki ya, karikatüre konu olan nedir sizce? Sanatçının bu karikatürü çizmesi, bir yazarın gördüğü karikatürü tasvir etmeye çalışması, benim bu tasviri ayrıca size aktarmam ve sizin şu anda bu satırlara göz nuru dökmeniz neden ? Demek ki, her mahkûmun kendi küresini taşımasından daha farklı ve anlamlı bir görüntüyle karşı karşıyayız. Kim bilir, mahkûmların birbirlerine birbirlerini düşündüklerini gösteriyor olmaları, o ağır demir küreleri balon gibi hafifletmiştir. Fiziksel olarak kazançlı olmadıkları bir işe duygusal yatırım yapmışlar. Ne de iyi yapmışlar! Eşler arasında yaşanası öyle duygusal yatırım fırsatları vardır ki: Bir şeyin eşinize fiziksel bir yararı olmasa bile, ona duygusal bir fayda sunamaz mısınız? Bir tebessüm çok şey midir bir dudağa? Yorulduğumuzda, bıkkınlığı ve şikâyeti değil de, müşfik davranmayı seçmemiz bize ne kadar yük yükler, karşıdakinin fiziksel yükünü ne kadar hafifletir?
Reklam
¶ Turan memleketinin talan edileceği haberini alınca bunu önlemeye karar veriyor. Bu konu Tüzükat'ta şöyle anlatılmaktadır: "Bunu işittiğimde, Han'a varmadan önce Turan ülkesini bu beladan kurtarıp, ölüm ve yitimden, talan ve yağmadan korumam lazım geldiğine karar verdim. Bu aç gözlü kişileri dünya malı ile aldatıp tuzağa düşürmek istedim.
Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabii) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere iki dört cinsinden bir formül olan gaye değildir; zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır. Hiç değilse insan, bu iki kere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâ ürküyorum. İnsan bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmaz artık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. İşçiler işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye gider, oradan karakola düşerler; işte size en aşağıdan bir haftalık meşgale. Fakat bizler nereye gideriz? Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk hissedilir. İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten. Gene de, ne olursa olsun, şu iki kere iki pek musibet bir şey. Bana göre iki kere iki sadece bir küstahlıktır efendim. İki kere ikiyi yolumuzun ortasında külhanbeyi gibi durmuş, elleri belinde, ortalığı tükürüğe boğarken düşünüyorum. İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür.
Sevda Göğüste sızı, kalpte yara Elimde sönüp duran sigara..
Reklam
İnsanın gayeye ulaşması hakkında
Fakat insan hercai, bir dalda durmaz bir yaratıktır ve belki de satranç oyuncuları gibi gayeyi değil, gayeye giden yolu sever. Kim bilir (emin olamayız tabii) belki de insanların yeryüzünde ulaşmaya çalıştığı tek gaye, bu gayeye ulaşma yolundaki daimi çaba, başka bir deyişle hayatın ta kendisidir, yani iki kere iki dört cinsinden bir formül olan gaye değildir; zaten iki kere iki dört, hayat değildir baylar, ölümün başlangıcıdır. Hiç değilse insan, bu iki kere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâ ürküyorum. İnsan bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu bulur bulmaz artık erişecek şeyi kalmayacağını bilmektedir. İşçiler işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye gider, oradan karakola düşerler; işte size en aşağıdan bir haftalık meşgale. Fakat bizler nereye gideriz? Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk hissedilir. İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu halde insan daha doğuştan gülünç bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten. Gene de, ne olursa olsun, şu iki kere iki pek musibet bir şey. Bana göre iki kere iki sadece bir küstahlıktır efendim. İki kere ikiyi yolumuzun ortasında külhanbeyi gibi durmuş, elleri belinde, ortalığı tükürüğe boğarken düşünüyorum. İki kere iki dördün üstünlüğünü kabul ediyorum elbette; fakat her şeyi hoş görmeye karar verdikten sonra, iki kere ikinin beş etmesinden bile hoşlanmak mümkündür.
Anlaşıldı. Siz, sorguya çektiğinizi sezdirmeden, bir kaçağa roman yazdırıyorsunuz. Ben de, sanki roman yazarcasına sorularınıza karşılık vermeğe çalışacağım. Ne de olsa, yaşantılarım içinde birçok olayları size ağızdan anlatmak isterdim. Neden derseniz, anlatılacak öyle şeyler var ki, bunları yazdım mı, tatsızlaşır. Öyle de olaylar olur ki,
Sayfa 47 - Yordam KitapKitabı okudu
240 öğeden 151 ile 160 arasındakiler gösteriliyor.