Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yapılan kazılarda çıkan kemiklerin DNA analizleri şaşırtıcı gerçekleri ortaya koyuyor. Herodot tarihi der ki; M.Ö.625 yılında Zile yakınlarında Pers ordusu bir hile ile Saka/iskit ordusunu(Alper Tunga'yı) yenene kadar tüm Anadolu"ya Saka'lar hakimdi. Saka'lar MÖ. 5. Yy.da Altından elbise yaparken, o
"Tarıma geçiş MÖ 9500-8500 yıllarında güneydoğu Türkiye, batı İran ve Levant bölgesinin tepelik arazisinde, düşük bir hızda ve sınırlı bir coğrafi alanda başladı. Buğday ve keçiler yaklaşık MÖ 9000'de, bezelye ve mercimek 8000, zeytin ağaçları MÖ 5000, atlar 4000 ve üzüm 3500 yıllarında evcilleştirildi. Deve ve kaju fıstığı gibi bazı hayvanlar ve bitkiler daha da geç evcilleştirildi, zaten MÖ 3500 civarında asıl evcilleştirme dalgası bitmişti. Tüm ileri teknolojimize rağmen, bugün bile kalorimizin yüzde 90'ından fazlasını atalarımızın MÖ 9500'le 3500 arasında evcilleştirdiği bir avuç bitkiden elde ediyoruz. Bunlar buğday, mısır, patates, darı ve arpadır. Son iki bin yılda kayda değer herhangi bir havyan ya da bitki evcilleştirilmedi. Eğer zihinlerimiz eski avcı toplayıcı zihni diyorsak, mutfağımız da eski çiftçilerin mutfağıdır."
Reklam
1927... Nutuk'u yazdı. Kurtuluş Savaşı'nın başından itibaren Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgeselini bizzat kaleme aldı.  Tamamlaması üç ay sürdü.  19 Mayıs 1919'la 20 Ekim 1927 arasını kapsıyordu.  Yazı bölümü 534 sayfa tutuyordu.  Ayrıca 308 sayfa mektup-telgraf gibi belge bulunuyordu.  Hem yazarı hem hatibiydi...  TBMM kürsüsünden bizzat okudu.  Günde altışar saatten altı gün sürdü.  Toplam 36 saat 31 dakikada bitti.  Dünyada eşi benzeri görülmemiş hadiseydi.  Literatüre "maraton nutuk" deyimiyle girdi.  Hem Milli Mücadele'yi resmi olarak kayda geçirmek hem de halka hesap  vermek duygusuyla yazmıştı...  Tarihi konuşmasına "senelerden beri devam eden yükümlülük ve icraatımız  hakkında milletimize hesap vermenin, vazifem olduğu kanaatindeyim" diye başladı.  Ve, siyasi vasiyetnamesi olan "Gençliğe Hitabe" ile bitirdi.'  Saygıdeğer efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet  geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir.  Bunda milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve uyanıklık  sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem, kendimi bahtiyar sayacağım.  Efendiler, bu nutkumla, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.  Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.  Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.
İstiklal Marşının kabülüne dair ,T.B.M.M Zabıt Cerideleri
MİLLI İSTİKLAL MARŞI NASIL YAZILDI? NASIL KABUL EDİLDİ? Milli İstiklalimizin güzel ve uyar bir marşını yazmak üzere Maarif vekaleti şairlerimize müracaat etmişti, bir müsabaka açmıştı. Birinciliği kazanan şaire (500) lira mükâfat verecekti. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra Vekalete bir çok marşlar gelmeye başladı. Bu marşın — İstiklal
Uzun zamandan beri gizli tutulan Türk-Alman görüş­melerinin kesin karara bağlanması için, Bakanlar Kuru- lu’ndan Enver Paşa, Talat Paşa ve Halil Bey’in gayr-ı resmî oturumda bir araya gelmelerinden sonra, Sadrazam Sait Ha­lim Paşa’nın çalışma odasında birkaç dakikadan beri sus­kunluk hâkimdi.Enver Paşa sürâtli bir bakışla arkadaşlarının yüzlerini taramıştı. Talat Paşa, tamamen kendinden emin, tereddüt­süz görünüyor, güçlü omuzları arasından yükselen başı so­ğuk kanlı bir şekilde hafifçe geriye kaykılmıştı.Yılların hiç değiştirmediği ve bunun için bir arkadaş gi­bi oldukları Enver Paşa’nın amcası Halil Bey, gergin bir du­rum içinde, dolgun vücut yapısıyla sakin bir görünümde ya­nakları ve çenesini kullanarak ruhunun bütün hareketliliği­ni yansıtan koyu renkli canlı gözleriyle bu işe çok içten ka­tıldığını belli ediyordu.Enver Paşa hafifçe gülümseyerek, koltuğun arkasına doğru yaslanıp; “Almanya ile yaptığımız görüşmeler bugün bizim karar vermek zorunda olduğumuz bir yere geldi. Al­man. Büyük elçisi Freiherr von VVangenheim ile bu konu üzerinde son defa görüştük. Sanırım bir kaç gün içinde bu masada bir ittifak anlaşması imzalamamız gerekeceğini de hesaplamak zorundayız” diye başladı.
Yabanıl bir çam ağacında, bir sabah, içerideki canın dışarı çıkmak üzere kabuğunu tam çatlattığı anda, bir kelebek kozasını görme firsatını nasıl elde etmiş olduğumu hatırladım. Bekliyor, bekliyordum; o ise gecikiyordu; benim de işim vardı... Bunun için ona doğru eğildim, so- luğumla isıtmaya başladım. Onu sabırla ısıtıyordum. Mucize benim önümde, doğal hızından daha hızla oluşmaya başladı; kabuğun hepsi açılıp kelebek göründü. Ama ben, heyecanımı asla unutmayacağım: Kanatları kıvrıntılıydı ve açılmamıştı, bütün vücudu titriyor, kanatlarını açmaya çalışıyor, ama beceremiyordu. Bense ona soluğumla yardımcı olmaya çalışıyordum. Ama boşuna. Onun, güneşte sabırla olgunlaşmaya ve açılışa gereksinmesi vardı; şimdiyse, artık vakit geçmişti. Soluğum kelebeği yedi aylık çocuk gibi vaktinden önce, daha buruşuk bir halde dışarı çıkmaya zorlamıştı. Olgunlaşmamış halde çıktı, umutsuzca kımıldadı, biraz sonra da avucumun içinde öldü. Kelebeğin bu tüylü iskeleti, sanırım ki, bilincimdeki en büyük ağırlıktı. Ve işte bugün, ta derinden anladım: Yüzyıllık yasaları oldubittiye getirmek öldürücü bir günahtır; ölümsüz uyumu güvenle izlemek insanın borcudur.
Sayfa 148Kitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.