Şükürname
Şükür, yaşıyorsam, soluyorsam şu soluğu
Düşünüyor, konuşuyorsam, buna da şükür…
Şükür, açabiliyorsam sabah gözlerimi,
Başlayabiliyorsam söze, buna da şükür…
LOJMAN
Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı bir aileler topluluğu bu. Çalışmayan kadınlar için standart bir hayat: Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar, öğleye kadar ev işleri, öğleden sonra kadın
İşe, bambaşka bir dünyaya dönüyorum. Topuklu ayakkabılarıyla seke seke yürüyen, iphonelarından dünyayı takip eden, gelecekten umutlu, işini seven, hedefleri olan, özgür,cıvıl cıvıl, gencecik kızlar yürüyor koridorda. Lütfiye de onlardan biri. Onların kaderi muhtemelen bir adamın insafına kalmayacak. Onurları, gururları bir takım erkekler
İlk evladım Köksal 1969 yılında
ikinci evladım Serdar 1971
üçüncü yavrum Hakan 1973
dördüncü oğlum da 1975 yılında dünyaya merhaba demişti.
13 Kasım Cumartesi 1976 gününden bir gün evvel Serdar'ın dişi çok ağrıyordu. Sabaha kadar ağlamış hiç yatmamıştı. En küçük oğlumu abisine (Köksal) bırakarak Serdar'ı dişçiye götürmeye karar verdik. Serdar
OĞLUM 12 YIL UYUDUKTAN SONRA UYANDI...
Bir gün çok sinirlendi. Yine kendini balkondan atmak istedi. Zor ikna edebildik. Akşam oldu, onu uyuyor zannettim. Babasıyla ne yapacağımızı konuşurken bir ara "oğlumuzu olmazsa bağlayalım" diye ağlayarak anlatıyordum ki birden yatağından doğrulup sadece bana bakarak, "yazıklar olsun size,
KARADUTUM ŞİİRİNİN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ .....
1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüp’teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı:
“Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım,
"Çok ileri bir tarihte,
Çok yaşlı olarak,
Sessizce ayrılmalıyım.
Kimseye pek gözükmeden,
Ve kimseyi rahatsız etmeden.
Masamın üzerinde,
Dünden kalan işler,
Tamamlanmamış yazılar.
Okunmayı bekleyen kitaplar,
Ve anılar ve umutlar.
Filleri kuyruğundan çekerek,
Tepeleri aşırtmaktı görevim,
Günler bitti filler tükenmedi.
Ben elimden geleni yaptım,
Gerisini siz tamamlayın.
Boşa geçmedi hayatım,
Daha fazlası olabilirdi ama
‘Buna da şükür’ demeliyim.
İşte sevgili dostlar,
Ben böyle veda etmeliyim."
Cinlerden bir kısmına "ifrit" deniliyor. Ragıb el-İsfehanî, ifritin, pis, çetin anlamına geldiğini söylemiştir. Yazır, bundan hareketle, Şeytan gibi insan hakkında da kullanıldığını, ifrit ve nifrit şeklinde ifade edildiğini kaydeder. İbn-i Kuteybe ise, “İfrit, yaratılışı kuvvetli, demektir." (1) Şibli ise, Ebu Amr b. Abdülberr’den
"Nasıl da acımasız geçiyor zaman, değil mi? Kendi kendine mi geçiyor; fark edilmeden, ölçülüp biçilmeden? Ya da ona gelmesini sağlayacak kurlar yapıp tuzaklar mı kuruyorsunuz yoksa lületaşı bacaların ağaran karartıları gibi izlediniz mi onu, süratlendirdiniz mi, belirdiği zaman ortaya çıktığı yerin altında adaklık mum gibi bir aydınlık oluşuyor mu, ona karşı direnebiliyor ya da her gün şükür edebiliyor musunuz? Onu cezalandırıyor, onunla kavga ediyor, ona karşı koyuyor buna rağmen kader gibi derinlerinize işleyişini hissedebiliyor musunuz?"
Kitap Fatih ağabeyin sohbetleri gibi hakikatlerin ağırlıkta olduğu, bizi sarsan birçok konuya değinmişti. İnsanın ne yapıyorum ben diye düşünmesine vesile olan her şeyin herkese ulaşması için dua ediyorum Allah'a. Çünkü en başta kendimiz fark etmeliyiz bazı şeyleri, kendi içimize kapanıp düşünmeliyiz olup bitenleri. Bu kitap da çok şükür buna vesile oldu.
Namaz nefse en ağır gelen emirlerden biri. Elbette bu ağırlık öneminden olsa gerek. İnşallah kılanlar huşu ile eda edebilme, kılmayanlar şeytanın bacağını kırabilme adına hem bu kitaplara hem sohbetler ulaşabilir.