Khaled Hosseini, hem içeriğiyle hem de üslubuyla tokatlıyor insanı. Okuyucusunu pek çok kez dehşete düşürüyor. Uçurtma Avcısı'nı okurken, günümüzde hasret kalınan o muhteşem dostluğun ve sadakatin tatlı hülyalarında geziniyorsunuz... Hafif bir tebessüm ve buğulanan gözlerle sayfaları çevirirken, cümlelerin ve kelimelerin arasından açığa çıkan bir sır, bir hortlak sizi o tatlı rüyadan korkunçlu bir kâbusa uyandırıyor. Bir karabasan. Bir acayip ruh hali ki, gülsek mi ağlasak mı? Kitap bitmeden de geçmiyor bu his. Sanırım, Emir'in Asseften yediği dayaklardan ötürü pelte kıvamındayken bile kahkahalarla gülüyor oluşu, tam olarak yaşadığım ruh halini tarif edebilir. Zira ben de Emir'le beraber neredeyse yarım asır beklemiştim. Yediği dayakla hem o rahatladı hem ben... Irkın ön plana çıktığı insanlığın öldüğü, İslâm dininin katliam için kullanıldığı, herkesin birbirini korumak için söylediği yalanlardan oluşan koca bir yalan yumağı ve şu söz " Senin için bin tane olsa yakalarım." Bu roman beni en derin üzüntülerimin daha da bir içine itti. Rahatsız olduğum ne varsa işlenmiş. Ve bunun için müteşekkirim. Haberlerde göre göre kanıksadığımız bu insanlık dışı hadiselerin edebi ürünlerle insana geçişi daha bir derin oluyor. Bu sebepten göçmenlik, mültecilik, savaş, çocuk istismarı, İslam'da kadına verilen değer gibi konuların edebi eserlerde çokça işlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir de masumların; çocukların gözünden anlatılması... Buna bir çare bulunamıyor olması çok yıpratıcı. Maalesef bu dünyada kötülük var. Assef gibiler çok burda. Ama bir ümit işte...