Onu tarih dünyaya, yalnız bir milletin, bir ülkenin kurtarıcısı olarak değil, yalnız esir ve mazlum milletlere istiklâl için savaşın, uygarlık için savaşın öncü ve müjdecisi olarak da değil, bütün dünya halklarına sulhun, ıstırapları baskı ile değil, müşterek ıstırap duygusu ile dindirmenin ve dünya vatandaşlığının öncüsü, müjdecisi ve habercisi olarak gönderdi. Yalnız Atatürk'tür ki ne insanlarla insanlar, ne milletlerle milletler arasında bir kin, bir düşmanlık kaygısı gütmeden eserini vermiştir. Düşmanını, daha yendiği anda affetmiştir. Esir ettiği generallere, daha savaş meydanında mertçe el uzatan tek adam odur. Bu generalleri kendi yurduna salan önderleri, devlet, hükümet reislerini, ülkesine dost olarak çağıran, onları kendi toprağında dost olarak karşılayan, ağırlayan ve onların hepsini istisnasız fetheden odur. Kısacası "Yurtta barış, cihanda barış" yalnız onun sloganıdır. Mustafa Kemal'in şahsında biz, yalnız kudretli bir asker, kudretli bir devlet kurucusu ve çağdaş bir inkılapçı değil, çağımız ölçüsünde bir üstün insan görüyoruz. Onu gittikçe daha iyi anlayarak, ona bağlanıyoruz. Onunla, gittikçe daha severek övünüyoruz. Hem seziyoruz ki, yarın onu yalnız biz Türkler değil, bütün insanlık âlemi de, daha iyi anlayacak ve daha çok yüceltecektir.
Sayfa 13 - Remzi KitabeviKitabı okudu
271 syf.
10/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Hz. Mevlana Celaleddin Rumi de bizim zifiri karanlıklarda yüzümüzü, yolumuzu, aydınlatan kutup yıldızlarımızdan biridir. Onun asırlar ötesine ışık saçan düşünceleri, sadece yaşadığı zamanı değil, yedi yüz yıldır renkleri, dilleri, dinleri, fikirleri ayrı bütün insanlığı aydınlatmış ve aydınlatmaya devam edecektir. Çünkü birlik ve beraberlik, sevgi, hoşgörü, örnek insan olma, güzel ahlak sahibi olma, dürüstlük, cömertlik, erdemli insan olmak, çalışkanlık, alçakgönüllü olmak bütün insanlar için her zaman geçerli olan evrensel kavramlardır. ..Arka kapaktan Mevlâna'ya göre, gerçekte insanlık; kulluğumuzu idrak ederek, bizde bulunan cevherleri sezerek, bizi yaratan Allah'a karşı sevgi ve ihlâs ile vazifelerimizi yaparak, bizdeki kötü huylardan kurtulmakla mümkündür. Manen arınmadıkça kurtuluşa erişilmez. Allah'ın bizimle beraber olduğuna inanırsak bütün acılardan, streslerden sıyrılıp huzur dolu mutluluğa ulaşırız. "Sonunda, biz bildik ve anladık ki, biz şu görünen tenden ibaret değiliz. Biz, bu tenin ötesinde Allah'la beraberiz." Yaşadığımız hayatta depresyon krizlerinden, kötülüklerden ve kavgalardan sıyrılıp huzur dolu, kardeşçesine yaşamanın formülünü Kur'an ve sünnet doğrultusunda kulluk yapmaya bağlayan Mevlâna'nın kurtuluş reçetesine çağımız insanlarının şu günlerde daha çok ihtiyacı vardır
Mevlana'nın Torunlarına Yol Rehberi
Mevlana'nın Torunlarına Yol RehberiTekin Kılınç · Gül Nesli · 20133 okunma
Reklam
Türkiye ve Elektronik Neolitik
Peki, önümüze serilen kadınlık görüntülerinden oluşan bu Türkiye tablosunu nasıl tanımlamalı? “Postmodern feodalite” denilebilir mi acaba? Ya da “dijital köylülük”?.. Benim tercihim, bir akademik snobluk izlenimi bırakmayı da göze alarak, buna “elektronik neolitik” demekten yana. Türkçeye “Cilalı Taş Devri” olarak çevrilen “Neolitik”, aslında insanlık tarihinde tarımın ortaya çıkmasını sağlayan devrimi ve bunun sonucu olan toprağa dayalı, çiftçi-hayvancı köylülüğün hayata hâkim olduğu dönemi tanımlar. Bu dönem, daha önce de değinildiği üzere günümüzden 10 bin yıl önce başladı ve 18. yüzyıl ortasındaki Endüstri Devrimi'ne kadar sürdü. Endüstriye dayalı yeni hayat, tarımcı köylülüğü ekonomik anlamda minimalleştirmiş, kültürel anlamda ise tasfiye etmiştir. 20. yüzyılın ortasından itibaren de endüstriyel yaşam daha radikal bir evreye, elektronik devrimi aşamasına geçti. Çağımız, elektronik çağı. Elektron taneciklerinden saçılan “nimet"ler her yanımızı kaplamış durumda. Türkiye, Cumhuriyet'in başında hâlâ “Neolitik”teydi. Bir kaç on yılda Neolitik'ten Endüstri'ye, oradan elektroniğe uzanmayı ya da koşmayı bırakın, sıçramaya kalkıştı. Ama olmadı. Ne geleneksel köylülük tam bitti ne de modern, endüstriyel kentlilik tam hayata geçti. Aşınmış, bozulmuş deformasyona uğramış, ama tükenmemiş bir geleneksellikle, özümsenememiş, kökleşememiş ve güdük bir modernlik arasında, bir de “postmodern-elektronik küresellik” aşamasını tecrübe etmeye çalışıyoruz.
Sayfa 117-118
Çâğdaşlık nedir?
Çağdaş eğitimden ne anladığımızı açıklamaya geçmeden önce, çağdaşlık kavramı ve çağdaş düşünce üzerinde duralım: Çağdaş, sözcük anlamıyla aynı çağda, hatta aynı zaman diliminde yaşayan demektir. Ancak bir kavramın salt sözcük anlamından çok daha fazlasını içerdiğini, zamanla ona pek çok anlamlar yüklendiğini hepimiz biliriz. Çağdaşlık kavramı da
Sayfa 15 - Nazan İpşiroğluKitabı okudu
J. P. Sartre, son büyük eserlerinden birinde, Diyalektik Aklın Eleştirisinde şunları söyler: “Tarihte Descartes ile Locke’un dönemi olmuştur; Kant’ın ve Hegel’in dönemi olmuştur. Son olarak -içinde yaşadığımız- Marx’ın dönemi gelmiştir. Bu üç felsefenin üçü de, sırasıyla, bütün bir düşünceyi besleyen tarla ve bütün bir kültürün ufku oluyor. Daha önce söyledim, şimdi de tekrarlıyorum: İnsanlık tarihinin tek geçerli yorumu diyalektik maddeciliktir.” “Ve çünkü -yine Sartre’a göre- gerçekliğin kendisi Marksisttir ve Marksizm -hiç olmazsa çağımız için- aşılmaz durumdadır”.  
Tekrar ifade etmek gerekirse bugün, İslamofobi adı altında esasınfa üç farklı durumla muhatabız. Bunlarla baş etmenin yöntemleri de ayrı ayrı düşünülmelidir. Kaygıların bertarafı tanışmakla tanımakla mümkündür. Söylem alanında yapılması gereken ise İslam'ın sahih bilgisini çağımız insanına ulaştırmaktır. O halde hepimize düşen görev, İslam'ın hak ve adalet anlayışını, Hz. Peygamberin (sav) çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlaki vasıflarını insanlık ailesinin her bir ferdine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla sunmak için var gücümüzle çalışmaktır. Ayrıca Müslümanlar olarak başka dünyalardaki kaygıları ve korkuları ortadan kaldırabilmek için kendi aramızda silmi, barışı, adaleti, merhamet ve şefkati sağlamak durumundayız.
Reklam
114 öğeden 101 ile 110 arasındakiler gösteriliyor.