Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çağımız
— Astronot Armstrong aya ayak bastığında 'Bir insan için küçük bir adım, ama insanlık için büyük bir sıçrama.' demişti. Böylece aya ilk adımı atarken hissettiklerini kendinden önce yaşamış olanlar da dahil bütün insanlarla paylaşmış oldu. Bunu yapabilmiş olması sadece kendisine ve çağdaşlarına ait bir başarı değildi.
Sayfa 501Kitabı okudu
Güçsüzlüğümüz, çağımız dolayısıyla, yeni bir biçimde bilinç alanına çıkıyor. Hepsini biliyoruz. Demokrasi nesnel gerçeklik içinde baştan çıkarıcıdır, ancak özgürlük için de tek olanaklı yoldur. Gerçek tarihsel bir kaynağı olmadığı kanısından dolayı, uluslar içinde şimdi bile kuşkuyla karşılanır. Ekonomi alanındaki olağanüstü durumla sağlanan
Sayfa 157
Reklam
Her kuşak, kendinden sonraki kuşakta eğitim standardının düşmesinden endişe duyar. Sümer uygarlığından kalma, insanlık tarihindeki en eski metinlerden biri sayılan 4000 yıllık kısa bir deneme, gençlerin bir önceki kuşağa kıyasla çok cahil olmasından yakmıyor. 2400 yıl önce, yaşlı ve hınzır Platon Laws (Yasalar) adlı eserinin VII. cildinde,
Sayfa 16
Çağımız yavan, müşkülpesent, ahlaklı geçinen bir çağ. Görülmesi gereken şeyi kimse görmek istemiyor, bakmaya cesaret edemiyor, hele herhangi bir riski hiç göze alamıyor tedbirli, öngörülü olmaya, yargılamaya kimsenin cesareti yok, önyargıdan hiç bahsetmiyorum bile, o idamlık suç, insanlık suçu, hem yargılananın, hem yargılayanın, herkesin insanlık onuruna bir saldırı. Artık hiç kimse gördüğü şeyi, çoğu kez gözünün önünde olan, konuşulmayan ya da pek az konuşulan ama yine de gözle görülür olan şeyi gördüğünü kendi kendine bile söylemeye ya da kabullenmeye cesaret edemiyor. Kimse bilmek istemiyor, peşinen bilmek ise dehşete düşürüyor insanları, biyografik ve ahlaki bir dehşet.
Sayfa 210 - Metis yayınlarıKitabı okudu
Tekrar ifade etmek gerekirse bugün, İslamofobi adı altında esasınfa üç farklı durumla muhatabız. Bunlarla baş etmenin yöntemleri de ayrı ayrı düşünülmelidir. Kaygıların bertarafı tanışmakla tanımakla mümkündür. Söylem alanında yapılması gereken ise İslam'ın sahih bilgisini çağımız insanına ulaştırmaktır. O halde hepimize düşen görev, İslam'ın hak ve adalet anlayışını, Hz. Peygamberin (sav) çağlar üstü örnekliğini ve üstün ahlaki vasıflarını insanlık ailesinin her bir ferdine güzel bir dille, hikmetli bir üslupla sunmak için var gücümüzle çalışmaktır. Ayrıca Müslümanlar olarak başka dünyalardaki kaygıları ve korkuları ortadan kaldırabilmek için kendi aramızda silmi, barışı, adaleti, merhamet ve şefkati sağlamak durumundayız.
J. P. Sartre, son büyük eserlerinden birinde, Diyalektik Aklın Eleştirisinde şunları söyler: “Tarihte Descartes ile Locke’un dönemi olmuştur; Kant’ın ve Hegel’in dönemi olmuştur. Son olarak -içinde yaşadığımız- Marx’ın dönemi gelmiştir. Bu üç felsefenin üçü de, sırasıyla, bütün bir düşünceyi besleyen tarla ve bütün bir kültürün ufku oluyor. Daha önce söyledim, şimdi de tekrarlıyorum: İnsanlık tarihinin tek geçerli yorumu diyalektik maddeciliktir.” “Ve çünkü -yine Sartre’a göre- gerçekliğin kendisi Marksisttir ve Marksizm -hiç olmazsa çağımız için- aşılmaz durumdadır”.  
Reklam
ya da sadece popüler kültür malzemesi haline geldi..
"Geleneksel düşüncede insan, Allah'ın kendisiyle konuştuğu yegane varlıktı. O'nun ruhunu taşımaktaydı. O'nun sureti üzere yaratılmıştı. O'nun isimlerini yüklenmişti. Bu varoluşsal kimliği, insanın aynı zamanda vatanı ve huzur eviydi. Bundan gayrı bir yerde, bundan gayrı bir kimlikte o garipleşecek, yabancı kalacaktı. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki bu unuttuğu kimliğini çağımız insanına hatırlatan en mühim bilge, Mevlana oldu. Kitaplarının, tercüme edildiği dillerde çok satanlar listelerinde yer alması, bu gerçeğin bir göstergesidir. İnsanlık onda kendini buldu. Kimseye yabancı gelmedi onun söyledikleri. O sadece insanlık durumuna bir tercüman oldu."
Sayfa 20 - sufi
Çâğdaşlık nedir?
Çağdaş eğitimden ne anladığımızı açıklamaya geçmeden önce, çağdaşlık kavramı ve çağdaş düşünce üzerinde duralım: Çağdaş, sözcük anlamıyla aynı çağda, hatta aynı zaman diliminde yaşayan demektir. Ancak bir kavramın salt sözcük anlamından çok daha fazlasını içerdiğini, zamanla ona pek çok anlamlar yüklendiğini hepimiz biliriz. Çağdaşlık kavramı da
Sayfa 15 - Nazan İpşiroğluKitabı okudu
Türkiye ve Elektronik Neolitik
Peki, önümüze serilen kadınlık görüntülerinden oluşan bu Türkiye tablosunu nasıl tanımlamalı? “Postmodern feodalite” denilebilir mi acaba? Ya da “dijital köylülük”?.. Benim tercihim, bir akademik snobluk izlenimi bırakmayı da göze alarak, buna “elektronik neolitik” demekten yana. Türkçeye “Cilalı Taş Devri” olarak çevrilen “Neolitik”, aslında insanlık tarihinde tarımın ortaya çıkmasını sağlayan devrimi ve bunun sonucu olan toprağa dayalı, çiftçi-hayvancı köylülüğün hayata hâkim olduğu dönemi tanımlar. Bu dönem, daha önce de değinildiği üzere günümüzden 10 bin yıl önce başladı ve 18. yüzyıl ortasındaki Endüstri Devrimi'ne kadar sürdü. Endüstriye dayalı yeni hayat, tarımcı köylülüğü ekonomik anlamda minimalleştirmiş, kültürel anlamda ise tasfiye etmiştir. 20. yüzyılın ortasından itibaren de endüstriyel yaşam daha radikal bir evreye, elektronik devrimi aşamasına geçti. Çağımız, elektronik çağı. Elektron taneciklerinden saçılan “nimet"ler her yanımızı kaplamış durumda. Türkiye, Cumhuriyet'in başında hâlâ “Neolitik”teydi. Bir kaç on yılda Neolitik'ten Endüstri'ye, oradan elektroniğe uzanmayı ya da koşmayı bırakın, sıçramaya kalkıştı. Ama olmadı. Ne geleneksel köylülük tam bitti ne de modern, endüstriyel kentlilik tam hayata geçti. Aşınmış, bozulmuş deformasyona uğramış, ama tükenmemiş bir geleneksellikle, özümsenememiş, kökleşememiş ve güdük bir modernlik arasında, bir de “postmodern-elektronik küresellik” aşamasını tecrübe etmeye çalışıyoruz.
Sayfa 117-118
Onu tarih dünyaya, yalnız bir milletin, bir ülkenin kurtarıcısı olarak değil, yalnız esir ve mazlum milletlere istiklâl için savaşın, uygarlık için savaşın öncü ve müjdecisi olarak da değil, bütün dünya halklarına sulhun, ıstırapları baskı ile değil, müşterek ıstırap duygusu ile dindirmenin ve dünya vatandaşlığının öncüsü, müjdecisi ve habercisi olarak gönderdi. Yalnız Atatürk'tür ki ne insanlarla insanlar, ne milletlerle milletler arasında bir kin, bir düşmanlık kaygısı gütmeden eserini vermiştir. Düşmanını, daha yendiği anda affetmiştir. Esir ettiği generallere, daha savaş meydanında mertçe el uzatan tek adam odur. Bu generalleri kendi yurduna salan önderleri, devlet, hükümet reislerini, ülkesine dost olarak çağıran, onları kendi toprağında dost olarak karşılayan, ağırlayan ve onların hepsini istisnasız fetheden odur. Kısacası "Yurtta barış, cihanda barış" yalnız onun sloganıdır. Mustafa Kemal'in şahsında biz, yalnız kudretli bir asker, kudretli bir devlet kurucusu ve çağdaş bir inkılapçı değil, çağımız ölçüsünde bir üstün insan görüyoruz. Onu gittikçe daha iyi anlayarak, ona bağlanıyoruz. Onunla, gittikçe daha severek övünüyoruz. Hem seziyoruz ki, yarın onu yalnız biz Türkler değil, bütün insanlık âlemi de, daha iyi anlayacak ve daha çok yüceltecektir.
Sayfa 13 - Remzi KitabeviKitabı okudu
Reklam
"Bizim çağımız dışında her çağın kendi idealleri vardı. Tüm bu idealler, azizler, kahramanlar, beyefendiler, şövalyeler ve gizemciler kültürümüz tarafından saf dışı bırakıldı. Geride ise sadece iyi ayarlanmış, sorunsuz, olabildiğince silik ve belirsiz bir insanlık kaldı."
Sayfa 10
İNSAN bedeninde acıkan üç organ vardır. Birisi maddi (somut), diğer ikisi manevî (soyut) açlık çekerler. Birincisi midedir ve çağımız insanını kıskıvrak yakalayan materyalist felsefe neredeyse "Bütün yollar mideden geçer" sloganıyla hareket ettiği için açlığın derecesi pek yüksektir. Yiyecek sıkıntısı çeken Afrika'dan veya obeziteyle başı dertte olan Avrupa'dan söz etmiyoruz, hayır, nefsinin arzularına esir olmuş insanlıktan bahsediyoruz. O kadar ki neredeyse yalnızca midesindeki açlığa bağlı nefis ihtiyaçlarını gidermek adına çalışıp çabalayan, hatta çırpınıp duran, buna mukabil diğer iki açlığını, kalbinin ve zihninin açlıklarını unutan bir insanlık. Zannediyor ki aklı ve aklının gereği ürettiği her şey ekmeğini kazanmak içindir; hayır, akıl ve ilim insanın kendini kazanması içindir. Bütün yolların mideden geçtiğini düşünenler maalesef insanın kendini kazanmasını ihmal ettiklerinin farkında değiller. Oysa maddî olanı (ekmeği) kazanmak yalnızca bir vasıta, maddenin dışındaki saadeti kazanmak ise bir amaçtır. Bir vasıtanın gaye telakki edilmesi nazik bir mesafenin yanlış ölçüyle ölçülmesi, belki faziletin kör bıçakla boğazlanması olur.
İNSAN bedeninde acıkan üç organ vardır. Birisi maddi (somut), diğer ikisi manevî (soyut) açlık çekerler. Birincisi midedir ve çağımız insanını kıskıvrak yakalayan materyalist felsefe neredeyse "Bütün yollar mideden geçer" sloganıyla hareket ettiği için açlığın derecesi pek yüksektir. Yiyecek sıkıntısı çeken Afrika'dan veya obeziteyle başı dertte olan Avrupa'dan söz etmiyoruz, hayır, nefsinin arzularına esir olmuş insanlıktan bahsediyoruz. O kadar ki neredeyse yalnızca midesindeki açlığa bağlı nefis ihtiyaçlarını gidermek adına çalışıp çabalayan, hatta çırpınıp duran, buna mukabil diğer iki açlığını, kalbinin ve zihninin açlıklarını unutan bir insanlık. Zannediyor ki aklı ve aklının gereği ürettiği her şey ekmeğini kazanmak içindir; hayır, akıl ve ilim insanın kendini kazanması içindir. Bütün yolların mideden geçtiğini düşünenler maalesef insanın kendini kazanmasını ihmal ettiklerinin farkında değiller. Oysa maddî olanı (ekmeği) kazanmak yalnızca bir vasıta, maddenin dışındaki saadeti kazanmak ise bir amaçtır. Bir vasıtanın gaye telakki edilmesi nazik bir mesafenin yanlış ölçüyle ölçülmesi, belki faziletin kör bıçakla boğazlanması olur.
_Işık bekliyor, fakat karanlığa sığınıyoruz. İncil _Karanlığa lanet etmektense, bir mum yakmalıyız. _Neyin doğru olduğu umurumuzda mı? Fark ediyor mu? _Gerçek bilgelik, sınırlarımızı bilmekte yatar _Can sıkıcı ve sevimsiz görünse de bilimsel yöntemin önemi, bilimsel bulgulardan çok daha büyüktür. _Edilgen taraf, baskın tarafın yanılsamalarına
101 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.