Güzel’in iyi’ye ve doğru’ya katılması insanın tekâmülünü arttırır.
Örneğin karşılıklı-cinsler arası ışk, kişinin, Tanrı’nın cemâl ve celâlini, kısaca kemâlini, en iyi cisimleştirdiğine inandığı, kendini cezb eden kişiye tutulmasıdır.
“ İstanbul hem bir sahnedir hem de sahnenin dışı. Asıl sahne Anadolu. “
Sahnenin Dışındakiler yazarın ölümünden 11 sene sonra kitap haline getirilmiş. Döneminde tefrika edilmiş tefrika edildikten sonra da bazı kısımlar, kelimeler yazar tarafından değiştirilmiş ancak bu değişim tamamlanamamış.
Bizler sanki Tanpınar'ın odasına girmişiz de bir çekmeceyi açıp izin almadan kitabı almışız. Daha bitmemiş...
Mümtaz'ın tanıttığı İhsan'ı, Nuran'ı, Tevfik Bey'i, Mahur Beste'yi yeniden görmek, İhsanın kızına isim olmuş Sabiha'yı kanlı canlı okuyabilmek, İhsan'ı bir de Cemal'den dinlemek, Nuran'ın bahçede oynayışını, Mümtaz'ın bir bebeği kucaklayışını görmek eski bir dostu görmenin mutluluğunu hissettiriyor. İyi ki de bu hissediş oluyor.
Ve gelirsek Sahnenin Dışındakiler'e
Cemal, Sabiha, İhsan, İstanbul, diğerleri....
Cemal' in gözünden İstanbul'u, İstanbul sokaklarını, camileri, cami avlusunda bulunan ağaçları Sabiha'yı, İhsan'ı dinlemek.
Sabiha’nın gözünden annesini, babasını, Türk kadınını, tiyatroyu dinlemek.
Kitabın bütününde ise Milli Mücadale’ye İstanbul'dan tanık olmak, bu tanık oluşluğun romanı.
Ey insan! Onun esma ve sıfâtına ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız mevcudata verme; faydasız mahlukata dağıtma. Çünkü âsâr ve mahlukat fânidirler. Fakat o âsârda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen esma-i hüsna bâkidirler, daimîdirler. Ve esma ve sıfâtın her birisinde binler meratib-i ihsan ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismine bak ki cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem'ası ve dünyadaki bütün rızık ve nimet, bir katresidir.
Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ilk romandır. Halide Edib Adıvar da bu romanın kahramanı Ayşe gibi Kurtuluş Savaşı’nda hasta bakıcı olarak çalışmıştır. Ayşe gibi kendisinin de insanları etrafına toplayabilecek güçte, tarihe geçmiş ateşli konuşmaları mevcuttur. Kitabın konusu, Milli Mücadele ruhunu çok güzel yansıtırken, yazarın kalemi de edebi açıdan
Boşuna dememişlerdi, beşikte ne ise teşhirde o. Bir insanda iki zıt şey; kalem ve kılıç nasıl böyle birleşebilirdi? Bir insanda Cenab-ı Hakk’ın hem Cemal hem Celal sıfatları cem olabilir miydi?
“Babanakkaş, kaleminde füsun var.” Mehmed sanatkârlarına çağdaşlarından kat kat ziyade ihsan ediyor, onları takdir ediyordu.
“Kalem ve kılıç sahibi,” diye mırıldandı. Peki ya kendisinin güzele duyduğu hayranlığın yanında güce duyduğu saygı? Ona göre güç de bir güzellik aracıydı. Kudret, güzelin sıfatı değil miydi?
Ey mü’min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmârene verme. Onu mahbub ve onun hevâsını kendine ma’bud ittihaz etme. Belki, sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık, hem nihayetsiz sana ihsan edebilen, hem istikbâlde seni nihayetsiz mes’ud eden, hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mes’ud olduğun bütün zâtları ihsanâtıyla mes’ud eden, hem nihayetsiz kemâlâtı bulunan ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevâlsiz cemâl sahibi olan ve bütün esmâsı nihayet derecede güzel olan ve her isminde pekçok envar-ı hüsün ve cemâl bulunan ve Cennet, bütün güzellikleriyle ve ni’metleriyle Onun cemâl-i rahmetini ve rahmet-i cemâlini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemâl ve mehâsin ve kemâlât, Onun cemâline ve kemâline işaret eden ve delâlet eden ve emâre olan bir Zâtı mahbub ve ma’bud ittihaz et.
Hem zeval ve fenaya maruz bütün güzel mahlukatın arkasında bir cemal-i münezzeh ve hüsn-ü mukaddesi ihsas eden bir nakış ve tahsin ve sanat ve tezyin ve ihsan ve tenvir-i daimîyi görür. O zeval ve fenayı tezyid-i hüsün ve tecdid-i lezzet ve teşhir-i sanat için bir tazelendirmek şeklinde görüp lezzetini ve şevkini ve hayretini ziyadeleştirir.
İğne Olayı
1925 de Müdür Lütfi beyin yerine Almanca öğretmenlerinden Besim bey tayin olundu. Müdür Besim beyin müdürlüğü zamanında müessif iğne hâdisesi vuku buldu. İstanbul Lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştirilmiş. Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arabi öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye