Tam da akşam üzeri gidiyorsun alıp aklımın aydınlığını batan günle birlikte, ince hüzünler içinde alacakaranlığını eliyorsun yüreğime susan göğün. Gölgelerin uzanıp uzanıp korkular içinde yalnızlığı öptüğü bu öksüz saatlerde; tam da özenle kurup sakladığım o en güzel sözü söyleyecekken gidiyorsun. Yaşanmış ve yaşanmamış ne varsa sana ilişkin, dünya kadar bir yumruk olup oturuyor boğazıma. Sıcakla soğuğun aykırı yol ağzında; hevesle düşkırıklığının, bekleyişle bitişin birbirini yediği karmakarışık duygular içinde kaskatı kalıyorum. Işıkları yanıyor bir bir dışı karanlığa batan evlerin. Geçerek bırakılmışlığımın başucundan telaşlı adımlarla usul usul eksiliyor sokaklar. Günüm kördüğüm oluyor. Geceyi çözemiyorum. Ay ışığı gümüş bir hançere dönüşüyor karanlığın elinde, çizip çizip kanatıyor anıların suskun yüzünü. Buz gibi sular sızıyor ürpertiler içinde tenimden hücrelerime. Acılaştıkça acılaşıyor ayrılık...
Acılar pişirir adem evladını, zaman gecer yürektekiler o kadar agır gelirki ölümü düşünürsün yalnızsındır teksindir artık o kadar tek kalmışsındır ki sıgınak eylemisin yoksullugu yürek sesiz dil konuşmaı unutmuştur . Caresizlik seni rahatsız etmez ömür sadece geçmesini bekledigin bi olgu bir terim olur.