İnsanlar bir şeyleri var saymayı severlerdi, ben de çoğunlukla bozuntuya vermez ve ne isterlerse ona inanmalarına müsaade ederdim. Başkalarının ne düşündüğünü umursamak çok işti ve -bir avuç dolusu istisna dışında- iş yapmayı pek sevmezdim.
Hastalar ailelerinden uzakta ölüyorlardı ve geceyi ölü başında bekleyerek geçirme geleneği onlara yasaklanmıştı; şöyle ki, akşam ölmüş bir kişi gece tek başına bırakılıyor, gündüz ölense hiç beklemeden gündüz gömülüyordu. Tabii ki aileye haber veriliyordu, ama çoğunlukla, aile hastanın yanında yaşamışsa, karantina altında olduğundan evden çıkamıyordu. Aile ölenden ayrı yaşamışsa, ölü yıkanıp tabuta konduktan sonra, mezarlığa gidiş için belirtilen saatte orada bulunuyordu.
Sorumluluğumuz altındaki bir işi yapmak içimizden gelmediğinde bir kenara bırakıp veriyoruz; ta ki işi yapmamızı gerektiren dışsal zaman baskısı bizi eyleme geçmeye sevk edene dek (ve çoğunlukla öyle gecikmiş oluyoruz ki her bakımdan zayıf bir iş çıkarıyoruz.
“İsteklerimiz her daim rekabet içindedir ve çoğunlukla birbiriyle çelişir. Dolayısıyla seçim yaparken temel unsurlar feda edilir. Yaşam, insanlar öyle her istediklerini elde edemedi diye değil, arzuları kendilerine hasar vermeye başladığında, istedikleri şey katlanılmaz kayıplara gebe olduğunda trajik bir hal alır.”
Modern yaşam duyularımızı daraltır.
Çoğunlukla görselliğe ağırlık vererek, bir bilgisayar ya da televizyon ekranının boyutlarına indirger.
Oysa doğa bütün duygularımızı güçlendirir.
Duyular ise çocukların birincil, ana savunma hattıdır.
Türk idaresinin çoğunlukla Fransa kaynaklı olduğu bir gerçektir. İkisi arasındaki farklılıklara bakıldığında ise en temel farklılıklardan biri kendini idari rejime geçişte göstermektedir. Osmanlı Devleti'ndeki durum Fransa'dakinin tamamen aksine idi. Fransa'da idari rejim, idarenin, adli nüfuz ve tesirden kurtulması için ihdas edilmiş olduğu halde Osmanlı'da adliye icranın/idarenin tesirinden kurtulmaya çalışıyordu.
Eğer isteklerimizin gerçekleşebileceğine duygusal olarak ikna olmadan olumlamaları sürekli kendi kendimize tekrar edersek ya da isteklerimizi zihnimizde imgelersek, gerçek duygu merkezimiz olan kalp yerine sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayacaktır. Kalbimiz ise 5.000 kat daha güçlü şekilde dünyaya gerçek inançlarımızı, yani çoğunlukla şüphelerimizi ve korkularımızı yayacaktır. Sonuç açıktır: Sadece tüm kalbimizle inandığımız şeyler tam anlamıyla gerçekleşecektir.
İnsanlar ne denli gösterişçi ve kurumlu olabilseler dahi kendilerini çoğunlukla çok aşağı hissederler, yani bir insanın olup olabileceği kadar tin olduğunu, mutlak olduğunu hissetmezler bile; lakin gösterişçi ve kurumludurlar - bir dereceye kadar.
Kadınların çoğunlukla pek sakin olduklarına inanılır, ama kadınlar da tıpkı erkekler gibi duygu sahibidir. Erkekler gibi onlar da zekâlarını, yeteneklerini işletmek için bir uğraş, eylem alanına gereksinme duyarlar..
Balonlar, kısa vadeli getirilerdeki ivmenin piyasadaki yatırımcı yapısını, çoğunlukla uzun vadeliden, çoğunlukla kısa vadeliye yöneltmeye yetecek kadar parayı çektiğinde oluşur.
"Poirot omuz silkti "Erkekler kendilerini çok beğenirler.Herhalde Renauld da karısının bir daha evlenmeyeceğini düşünüyordu.Oğluna gelince..Belkide durumu güvenceye almak için servetini karısına bıraktı.Zenginlerin oğulları çoğunlukla uçarı olur."