Gözümü çok korkutuyordu bu kitap, ben de her güne yaklaşık 60 sayfa vererek bir haftada bitirmeyi hedeflemiştim ve tam tıkırında işledi planım.
Beklediğimden daha akıcıydı. Bazı yerlerde betimlemelerle sıkılsam da (özellikle bir çamaşır sahnesinde…) yine de korktuğum kadar yoktu.
Martın, düzgünce konuşmayı bile bilmeyen bir denizci. Sokak jargonuna hakim, davranışları her yere uygun değil gibi söyleyeyim. Bir defasında üst tabakadan bir kız olan Ruth’u gördüğünde direkt tutuluyor kıza. Zaten o ilk andan itibaren Jack London öyle bir anlatmış ki diyorsunuz tamam gerçekten aşk bu. Ruth da üst tabaka olmasına rağmen asla üstten bakan biri değil ama Martın ile aralarında büyük bir engel var. Martın da bu engeli kaldırmak için kendini geliştirmeye başlıyor. Kitaplar okuyup kitaplar yazıyor, dergilerde ve gazetelerde çalışmaya başlayıp para kazanıyor, felsefe hakkında dersler alıyor ve düzgün bir dille konuşmayı öğreniyor. Onun o gayreti cidden de hayran bıraktı beni. Çünkü hiçbir şekilde vazgeçmiyor ve gayret göstermeye devam ediyor. Millet, yazdıklarına bakıp dalga geçerken sırf Ruth onu beğendi, övdü diye daha iyisini yapmaya çalışıyor ve yapıyor da. İşte bu yüzden Ruth’u seviyordum ancak bir olaya karşı verdiği tepkisi sayesinde bir tık gözümden düştü…
O nasıl sondu peki? Kitap yarı otobiyografik bir kitap olduğundan yer yer Jack London’ın hayatından kesitler de olduğunu biliyordum ama sondaki olay hakkında bir bilgim yok. Umarım öyle değildir… Ben çok sevdim kitabı. Gerçekten Martın Eden benim için comfort karakterlerimden biri oldu. Kişisel gelişim kitaplarının romanlaşmış hali gibiydi karakter olarak. Harika!