İnsanat Bahçesi diye bir kitabı var antropolog Desmond Morris'in, orada anlatıyor. Afrika'da zebraların kendi doğal hayatları içinde mide hastalıkları olmuyor fakat hayvanat bahçesine konan zebralar ülser geliştiriyor.
Türümüze özgü diğer iki sesli ifadenin, gülümseme ve gülmenin, ağlamadan evrilmiş olmalarıdır. "Ağlayıncaya kadar gülmek" bu ilişkiyi belirten bir deyimdir. Ancak, evrimsel açıdan baktığımızda, bu ilişkinin tam ters yönde gelişmiş olduğunu yani gülünceye kadar ağladığımızı görürüz.
Nasıl olmuştur bu? İlk önce ifade biçimleri olarak ağlama ve gülmenin birbirlerine çok benzediklerini anlamamız gerek. Birbirinin karşıtı iki ruh halini ilettiklerinden aralarındaki benzerlikler çoğunlukla gözden kaçar. Ağlama da olduğu gibi, gülmede de adele kasılır, ağız açılır ve soluklar hızlanır. Aşırı hallerde yüz kızarır ve gözler yaşarır. Ancak, çıkarılan sesler o kadar şiddetli olmayıp daha alçak perdedendir. En önemlisi, bu sesler daha kısa sürelidir ve birbirlerini daha yakından izlerler. Sanki bebeğin uzun yaygarası küçük parçalara bölünmüş ve aynı zamanda daha bir olgunlaşarak düzgün ve alçak perdeden sesler haline dönüşmüştür.
Gülme tepkisinin ağlama tepkisinden ikinci bir işaret biçimi olarak evrilmesini şöyle açıklayabiliriz : Daha önce de belirttiğimiz gibi, ağlamak doğumda bile mevcutken, gülmek ilk olarak üçüncü, hatta dördüncü ayda, yani bebeğin anasını tanımaya başladığı günlerde ortaya çıkar.
Farklılıklarımızı beslemeli ve onları boğmaya çalışmamalıyız. Ve hepimizin aynı şekilde düşünmesini, aynı şekilde görünmesini ve aynı şekilde davranmasını talep eden katı inançları
ve eski bağnazlıkları arkamızda bırakmalıyız. Çeşitlilik sadece
hayatın tuzu biberi değil, aynı zamanda yaşamın besinidir.
evrim bizi son milyon yılda gittikçe daha çocuksu hale
getirdi. Bu bizi daha yaratıcı hale getirmiş ve bizi harika yapan
teknolojiyi vermiş olsa da bazı yan etkileri de oldu. Bromhall
bunları açıklamak için dört tip insan erkeği olduğunu öne sürer.
Alfatip, en az çocuksu olan erkektir. Acımasız, kararlı, hırs-
lı, güçlü ve hoşgörüsüz bir alfa erkek maymun gibidir. Bir de
Bürotip vardır, yüksek statü peşindedir ama çok daha işbirlikçi-
dir ve bu onu mükemmel iş ortağı yapar. Üçüncü olarak Neotip,
daha çocuksu, coşkulu, eğlenmeyi seven bir aile adamıdır. Ve son
olarak Ultratip, yaratıcı, güvensiz ve çocukluğun erkek erkeğe
aşamasını geçemeyen biridir.
2006 yılında Etiyopya'da,
üç yaşında dik yürüyebilen bir çocuğun fosilleşmiş iskeletinin
keşfedilmesi, en az 3,3 milyon yıldır iki ayaklı olduğumuzu or-
taya koydu. İlginç bir şekilde, bulanlar tarafından Selam olarak
adlandırılan küçük kız, bir insanın alt yarısı ve bir maymunun
üst yarısı olarak tanımlanabilecek bir vücuda sahipti. Başka bir
deyişle, iki ayaklı ayakları olmasına rağmen şempanze benzeri
elleri vardı. Bu, zamanının bir kısmını bir insan gibi yerde dik
yürüyerek geçirdiğini, ancak sonra tehlike baş gösterdiğinde,
kollarını maymun gibi kullanarak ağaçlara tırmandığını göste-
riyor.
Bunun anlamı, üç milyon yıl önce atalarımızın ayaklarının
ellerinden daha gelişmiş olduğudur. Başka bir deyişle, ayakları-
mız tam insan olma durumuna yol açan evrimsel eğilimde geride
değil, ön plandaydı. İki ayaklı yürümeyi ellerimiz hassas tutu-
cular olarak uzmanlaştığı için geliştirmedik, tam tersi oldu. Ön
ayaklarımız sofistike ellere dönüşebildi, çünkü ayaklarımız zaten
yer seviyesindeki hareketin tüm yükünü üstlenmişti.
Tesadüfen, çok daha yaygın olan penis sakatlama biçimi
olan Mısır sünnetinin de sürüngen kökenli olduğu görülmektedir. Bunun eski Mısırlıların ölümsüzlük takıntısının bir parçası
olarak başladığı düşünülmektedir. Yılanların derilerini döktüklerini fark ettiklerinde hayvanların yeniden doğduğuna inandıkları söylenir. Yılan parlak yeni bir gövdeyle ortaya çıkarken, eski
beden yerde kuru ve buruşuk olarak duruyordu. Bir deri parçasını atmak yılana ölümsüzlük sunabilirse, o zaman bir insan da
bir deri parçasını atarak ölümsüz hale gelebilirdi. Penis ve yılan
benzer bir şekle sahip olduğu ve penisin ucunda biraz gevşek bir
deri olduğu için, ne yapılması gerektiği açıktı. Sünnet derisini çıkar ve yılan gibi yeniden doğ. Ancak bunun için sabır gerekiyordu, çünkü insanın yeniden doğuşu ölüm anını beklemek zorunda
kalacak ve ölüm sonrasında gerçekleşecekti.
Eski dünyanın seçkinleri olan ilk Mısırlılar kısa süre sonra diğer Ortadoğu kültürleri tarafından taklit ediliyordu ve çok
geçmeden bölgedeki genç erkeklerin çoğu Mısırlılara ayak uydurmanın acılı bedelini ödedi. Yılana tapınma kısa süre sonra
unutulmuştu ve şimdi verilen tek neden, Tanrı'nın sünnetli penisleri tercih etmesiydi, ancak tanrının neden bu olağandışı çocuk
istismarı biçimine taraftar olduğu asla açıklanmıyordu. Bir dini
uygulama olarak o kadar yerleşti ki tüm tuhaflığına rağmen yüzyıllarca hayatta kalmayı başardı ve bugün hâlâ bizimle birlikte.
Her yıl yaklaşık on beş milyon erkek çocuğun sünnet edildiği
tahmin edilmektedir ve bu da onu insanoğlunun bildiği en yaygın ve en kârlı ameliyat şekli haline getirmektedir.
.
Erkekteki bu ekstra anatomik çıkıntının sebebi, daha önce
belirtildiği gibi, erkek ses tellerinin 18 mm uzunluğunda, dişilerinkinin ise sadece 13 mm olmasıdır. Erkek ses telleri ayrıca
dişi ses tellerinden daha kalındır. Sonuç olarak, onları barındıran
erkek gırtlağı ya da hançeresi, dişininkinden kabaca yüzde 30
daha büyüktür. Ayrıca boğazda biraz daha aşağıda yer alır, bu da
onu daha da belirgin hale getirir. Gırtlak boyutundaki fark, oğlanlar ergenliğe girip de erkek sesinin çocukluktaki 230 ila 255
hertz'ten 130 ila 145 hertz arasına kırılıp kalınlaştığı zamana
kadar ortaya çıkmaz. Bu, insan erkeğini uzak mesafeden duyulabilecek etkileyici, gırtlaktan bir kükreme ile donatır.
Çevrenin kesin gerçek ısı düzeyi kadar, güneş ışınlarının doğrudan doğruya vücut üstündeki etkisinin de büyük rolü vardır, iklimin tüylerin dökülmesine uygun, yani orta sıcaklıkta, olduğunu kabul etsek bile, bu işin bütün et yiyiciler arasında, ne için sadece çıplak maymunun başına geldiğini açıklamakta güçlük çekeriz.
Şimdiye kadar bu soruya
Yazar ve zoolog Desmond Morris, ayaklarımızın, ne düşündüğümüzü ve hissettiğimizi bedenimizin diğer parçalarına kıyasla çok daha doğru bir şekilde yansıttığını gözlemlemiştir.