Din ona bir şey ogretmisti: Dini yüreğinde yaşayanlar Yaradan'ın yolunda sessizce var olurken, dini aklında yaşayanlar diğerlerinin üstünde olusturdukları egemenlikle kitleleri yönetmek için varlardı.
"Allah Teâlâ'nın hakiki müessir olduğu inkâr edilmediği takdirde, ölülerin ruhlarından medet dilemekte ve şeyhlerden manevî istimdatta bulunmakta bir sakınca görmeme"nin boş ve en bâtıl bir fikir olduğunda şüphe yoktur. Herhangi bir dîne intisap eden hiçbir toplum, Allah Teâlâ'nın hakiki müessir olduğunu inkâr ve yine hiçbiri putların ve diğerlerinin müessirlikte Allah'a ortak olduklarını iddia etmez. En vahşi bir yerde yaşayan Rus halkı da kendi teslisinin [trisinin] yalnızca bir şefaatçı ve Allah ile aralarında vâsıta [aracı] olduğunu söyler. Bu konuda Arablar'ın, câhiliye döneminde söyledikleri şiir ve kasidelerini incelemeye ya da dînler tarihini bilmeye gerek yoktur. Kur'ân'daki sayısız âyet, müşriklerin kendi putlarına yalnızca birer vâsıta olarak inandıklarını bildirmektedir:
O'nun [Allah'ın] berisinden birtakım velilere tutunanlar [O'ndan aşağıda başka veliler, hâmiler tutanlar) şöyle demektedirler: "Biz onlara, ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz!" (Zümer/3)
O halde 'ilk insan gibi', ya da 'Son Peygamber' gibi yerimizden doğrulalım,
kalkalım, bize hiç yoktan verilmiş olan ve bizden mutlaka alınacak olan bu
hayatı Allah razı olsun diye değerli kılalım, vahye uyduralım...
Yüce Allah'ın herhangi bir ayetini yalanlamakla, yine O'nun, Peygamber olarak gönderdiği kimselere iman etmeyi reddetmek arasında -ayeti yalanlama bakımından- hiçbir fark yoktur.
Birlik bilincinin kapisidir din. Allah'a duyulan sevgidir. Peki sevginin şekli olur mu? Sevginin emeği olur, şekli olmaz! Kimin Allah'a daha yakın olduğu asla bilinemez, etrafinizdakileri şekillerine göre yargilarsaniz, yaftalarsaniz sadece şeytanla işbirliği yaparsınız.
Tarihte, belki hiçbir uygarlık - şu anda bir kısmımızın istemeden de olsa- alt
yapısını oluşturduğumuz Batı uygarlığı kadar insana ve evrene ihanet etmiş
değildir. Biz bile - biz, yani Muhammedî olanlar, ya da Muhammedi olduğunu
iddia edenler- bu uygarlığın şu veya bu biçimde hizmetinde bulunmakla
insanlığa ihanet içindeyiz...Yeryüzüne şöyle
bakınız... Orada, insanı aç, sefil ve perişan göreceksiniz... Orada, Doğulu,
Uzakdoğulu, Ortadoğulu çocukların kanları üzerine yükseltilen bir 'Rambo'
uygarlığı göreceksiniz...
Ölenin arkasından sâdece onun iyilik ve güzelliklerinden söz edilmelidir. Hazret-i Âişe (r) vâlidemiz diyor ki: "Rasûlullah (sav) şöyle buyurdular: 'Bir arkadaşınız ölünce, artık onun hakkında ileri geri konuşmayı bırakın, aleyhinde konuşmaya kalkışmayın."
"Nereden başlayalım ya Resülallah?" Bu soru çok mühimdir. Çünkü bize bakan bir yönü de vardır. Nedir cevap?
"Evden." Bu dava böyledir; evden başlamayan bir davada hayır yoktur.
Bu vatanın topraklarının olabildiği kadar çok ve geniş olması lazımdı. Ordu vatanın bekçisiydi. Onun ayak bastığı her yer vatan oluyordu. Millet ,bu vatanın içinde yaşayan herkesti. Bu milletin; bir din, bir dilek ve dil birliği olması şart değildi.
Can dostlarının yoludur din. Bir toplumun yanlış yorumlayarak uyguladığı kurallardan Islam'ı değil sadece o toplumun cehaletle şekillenmiş insanlarını sorumlu tutabilirsin.
Eskiden dinî hareketler cazip değişim araçlarıydılar. Bir dinin muhafazakârlığı -ortodoksisi- bir zamanlar hayli etkin olan öz suyun atıl pıhtısıdır. Yükselen bir dinî hareket baştan aşağı değişiklikler ve deneylerle doludur ve her yönden yeni görüşlere, tekniklere açıktır. İslamiyet doğduğu zaman, örgütleyici ve modernleştirici bir vasıtaydı. Hıristiyanlık, Avrupa'nın vahşi kabileleri arasında bir uygarlaşma ve modernleşme etkisi yaratmıştır. Gerek Haçlı Seferleri gerekse Reform, Batı dünyasını Orta Çağ'ın uyuşukluğundan silkeleyip çıkaran hayati etkenlerdir.