Tesadüf eseri aldığım kitabıyla tanıştığım Edita Morris, henüz bilgi sahibi değilim ama varsa diğer kitapları ve çalışmalarını okutacak bir yazar oldu. Dokunduğu, değindiği konularla farkındalık yaratmaya çalışmasından ötürü bir saygıyı hak ediyor.
Üç öykü var kitapta. Jamaika'da, sömürülmüş bu topraklarda yaşayan siyahilerin; köle edildiği, açlıkla boğuştuğu, bir çöp kutusu civarında ölümle buluştuğu ve diğer insanların (beyazların) hüç umursamadığı coğrafyadan Japonya'ya ve bir mektup arkadaşlığı ile Vietnam'a gidiyoruz yazarla birlikte. Yirminci yüzyılın ilk yarısını, kitlesel ölümlerle kana bulayan Hitler'in kötü olduğunu düşünüyorsanız bir de bu yüzyılın ikinci yarısındaki Uzak Asya savaşlarının sonuçlarına bakalıö ve demokrasinin yıldız ülkelerinin ellerndeki kanlara bakalım. Ayrıca bir önceki yarı yüzyıldan kalan Nagasaki'nin Atom bombası yaralarına bakalım. Hem fiziksel hem de ruhsal.
İlerleme, bir laboratuvar odasında tüm dünyayı mahvetmek üzere gerçekleştirilen insan eylemi. İlerleme, teknolojik yıkım ve kaos. Bizi; susuz, topraksız, gıdasız bırakacak, doğanın olağan seyrinde iken görmezden geldiğimiz hareketlerinden boğulduğumuz anlarda, çaresiz bıraktığını anlayacağımız gelecek yılları karşılayacağız. Üçüncü öykü de bunun üzerine. Mutlu Günler. Bu gidişle olamayacak olan günler. Öyküde de belirttiği, öngörülen günler.
Jamaika'da Coca, Nagasaki'de Nishina ve gelecek günlerde bir Anne'nin yüreğiyle sesleniyor yazar Edita.
"Üzücü her şey için üzülelim ve henüz imkan varken yaralarımızı sarıp geleceği mutlu kılalım."