Hakan Özer

Hakan Özer
@ehozer
Kitaplar güzeldi. Büyük laflar etmek eşsizdi. Kitaplarda yazılanları paylaşmak... yetmiyordu. Bir sigara daha yaktı. Daldı karanlığa.
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Yazyalnızı - İki Deli Derviş
Behçet Çelik
Behçet Çelik
1124 okur puanı
Kasım 2017 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
200 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Kurt Mıntıkası
Kurt MıntıkasıJavier Marias
7.1/10 · 59 okunma
Reklam
Arkadaşımı Taksim'deki beş yıldızlı oteline uğurlarken zihnimde deliller toplanmıştı. Biraz yukarıda nedense bir dükkânı yıkamışlar, deterjanlı pis sular mazgala kadar yoldan aşağı akıyordu. Kimsenin farketmediği bir uygarlık dersi olabilir miydi bu ya da Garson Bey'in altın dişi, caminin duvarına yaslanmış oturan tinerci çocuklar. Tüm bunlarla ve daha kim bilir ne belli belirsiz izlerle vardığım yer, paslanma olasılığı yüksek, soğuk, demir bir yüzeydi. Bu düşük yoğunluklu çıkarsama yüzünden yeterince sarılıp sırtını pat patladım mı arkadaşımın, bilmiyorum. Ama gözlerimizin nemlenmesinden, ikimiz de bunun son görüşmemiz olduğunu duyumsamıştık, bence.
Sayfa 110 - Son GörüşmeKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Garson Bey'in de keşfettiği ve gözlerini kısarak bakmayı tercih ettiği boşluk, daha epeyce masanın üstünde asılı kalacakken bir bölümü Ağa Camii'nin akşam ezanını hızlıca okuyan müezzini tarafından dolduruldu. Neyle giriş yaparsak yapalım, o sözcüklerin bu boşlukta kendilerine bir yuva bulamayacaklarını biliyorduk sanki. Kapıdan sekiz on
Sayfa 109 - Son GörüşmeKitabı okudu
Behçet, dükkânında yoktu. Mamak'ın en genç tutuklularından biriydi Behçet. Daha on yedi idi. Güleç idi. Kapıları kırılır, evlerine girilir, yabana sürülür-kırılırların diyarından, Diyarbakır'dan getirilmişti. Şimdi sahaf dükkânında, o daracık yerde gelenleri gepgeniş mesellerle oyalıyordu. İnsanlar kitap satmaya ya da almaya değil, onunla yârenlik etmeye gidiyorlar dedim arkadaşıma. Hiç değişmemiş demek, diye yanıtladı tam kıvamındaki hünkârbeğendinin son lokmasını ağzına götürürken. Siyah ütülü pantolon üstüne beyaz tiril gömlek giymiş, ince bıyıklı güngörmüş hafif göbekli garson, sanki konuşmamızı duymak istemiyormuş gibi başını kibarca öteye çevirip bekledi. Yandaki masalardan birine bakıyordu aslında. Gıcırdayan eski panjurun aralığından, tenhada müessesenin aleyhine bir iş çevrilip çevrilmediğini görmek ister gibi. Sonra bir boşluk bulmuşçasına araya girdi ve ekmek kadayıflarınıza kaymak ister misiniz diye sordu. Bu akşama doğru, yıllar sonraki ilk karşılaşmamızda öncelikle sarfedilen kolestrollü, yüksek tansiyonlu, romatizmalı sözcükler aklımıza aynı anda geldi, gülümsedik, isteriz dedik Garson Bey'e. Elindeki adisyona ciddiyetle iki çizgi çekip döndü gitti.
Sayfa 109 - Son GörüşmeKitabı okudu
Reklam
Belki akşamları Doktor'un zarif hazeran sandalyesinin yanına mavi, boyaları dökülmüş bir kır iskemlesi çeker, o sustuğu vakit üstüne çıkıp, kalabalıktan yol bulduğu ölçüde Taksim'e doğru esen ılık rüzgâr boğazımdan bağladığım kırmızı ipek pelerini şişirirken, gelene geçene, merhametli bir anlarını kollayarak ve gözlerine bakmayı da deneyerek, öyküler anlatırdım. Örneğin güzelim İstanbul'a asla bir tepeden değil, pis kokulu çukurlarından bakan şen bir kalkışma öyküsü! Ya da Camısab'ın yazgı çukuruna atılmasının ardından ona yol gösteren ışıklı Şahmaran'ı ve tavus kuşunun ihmalkârlığı yüzünden cennete sızan, Adem-Havva ikilisine elma sunan, dolayısıyla cümlemize oyun kurup bu hallere düşmemize neden olan, adı kutsal kitaplarda geçiyor mu, şimdi unuttum, o uğursuz lümpen yılanı karşılaştırır, sadece yılanları değil, tilkileri, sansarları, bir de tabiî gökten inen koçları, evliya keçileri, arap küheylanları, ebâbilleri diyalektik bir biçimde hikâye ederdim. Şu yanımızdan akan, insanlaşmaları ayyuka çıkmış insanların bir belleği var mı?
Sayfa 108 - Son GörüşmeKitabı okudu
Şimdi bir yazı yazacak olsam, bu kalabalık caddedeki somut durumun somut bir tahlilini yapacak olsam, insanların kılcal damarlarına kadar sızan ve gitgide konuşma kapasitelerini tekdüzeliğe ve anlaşılmazlığa iten düzene yaslanma aymazlığından başlardım da, sonu nereye varırdı bilmiyorum. Belki akşamları Doktor'un zarif hazeran sandalyesinin yanına mavi, boyaları dökülmüş bir kır iskemlesi çeker, o sustuğu vakit üstüne çıkıp, kalabalıktan yol bulduğu ölçüde Taksim'e doğru esen ılık rüzgâr boğazımdan bağladığım kırmızı ipek pelerini şişirirken, gelene geçene, merhametli bir anlarını kollayarak ve gözlerine bakmayı da deneyerek, öyküler anlatırdım. Örneğin güzelim İstanbul'a asla bir tepeden değil, pis kokulu çukurlarından bakan şen bir kalkışma öyküsü! Ya da Camısab'ın yazgı çukuruna atılmasının ardından ona yol gösteren ışıklı Şahmaran'ı ve tavus kuşunun ihmalkârlığı yüzünden cennete sızan, Adem-Havva ikilisine elma sunan, dolayısıyla cümlemize oyun kurup bu hallere düşmemize neden olan, adı kutsal kitaplarda geçiyor mu, şimdi unuttum, o uğursuz lümpen yılanı karşılaştırır, sadece yılanları değil, tilkileri, sansarları, bir de tabiî gökten inen koçları, evliya keçileri, arap küheylanları, ebâbilleri diyalektik bir biçimde hikâye ederdim. Şu yanımızdan akan, insanlaşmaları ayyuka çıkmış insanların bir belleği var mı?
Sayfa 108 - Son GörüşmeKitabı okudu
Yapı Kredi vitrininde şiirimizde kara saçlarını ilk kesen "deli" ve "rüzgârlı" ozan Gülten Akın'ın kitapları duruyordu. Karşıdaki Hacopulo Pasajı'nın girişine sandalyesini atmış, "Doktor" lakaplı kemancı amca akşam mesaisine başlamıştı. Bizim yaşlanmamızın pek bir önemi yok, birileri bizim için hâlâ ve hep "amca" dedim arkadaşıma. Yani yaşlanınca amca ihtiyacı eksilmiyor diye yanıtladı. "Doktor" amcanın gözleri iyi görmüyordu. Dönüp dönüp "duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini" şarkısını çalıyordu. Kemanı ayrı, kendisi ayrı yerlere gidiyordu. Boyacı Arap her ayın on beşinde ayakkabılarını bedava boyardı, üstü başı biraz hırpani ama ayakkabıları pırıl pırıldı. Bir de inişli çıkışlı ve artık iyice yorgun hayatının göğsüne iliştirdiği yeşil kravatı parlıyordu akşam güneşinde. Dişsiz ağzı ile söylediği, dinleyenlerin sözlerini pek de ayırt edemediği bu zavallılaşan şarkı nedense beni de hüzünlendiriyordu her duyuşumda. Bir şeylerimizi kaybettiğimizi düşünüyordum. Kemandan biraz bozuk çıkan do veya la seslerinin kayıtsız kalabalığın göğünde bir iz bırakmadan yitip gitmesini, devrime olan sevgimizin dünyanın başka köşelerinde hızlı esen bir rüzgârın yerden savurduğu sonbahar yaprakları gibi uçuşmasına benzetiyordum. Bu sevginin artık sık akla gelmeyen ama kalbi terketmeyen yabanıl, üvey bir sevgi olduğunu düşünüyordum. Tabiî arkadaşıma bunlardan söz etmedim. Bu yüzden bir acılık dolaştı midemde,
Sayfa 107 - Son GörüşmeKitabı okudu
Üç yıl geçmişti aradan. Mamak'ta bir akşamüstü paldır küldür koridor kapıları açılıp kapanmış, askerler öfkeli öfkeli koşmuş, kindar, elindeki kamçı gibi şeyi körüklü çizmelerine vura vura dolaşan cezaevi doktoru tabip üsteğmen hücrelerin bulunduğu dehlize girip çıkmıştı. Bir hafta sonra seni koğuşa getirmişlerdi. Kendini kod adınla tanıtmakta ısrar etmişsin. Devlet sana sakat sakat da bakar, gerektiğinde toprağa gömme konusunda şefkatli elini de uzatır diyen, seninle Mao Zedung tartışması yapmak isteyen, seanslardan sonra sigara tutan çelimsiz işkencecini, göz bağlarının altından gördüğün birbirine kenetlenmiş ellerini ve durmadan çevirdiği küt başparmaklarını anlatmıştın.
Sayfa 106 - Son GörüşmeKitabı okudu
O vakitler ayrılmaları olağan görüyorduk, ayrılanlar yoldan sapanlar, kendimiz en doğru gidenlerdik. Ta ki ayrılma vakti gelinceye kadar.
Sayfa 106 - Son GörüşmeKitabı okudu
Reklam
Evet, caddeye çıkmış ama şimdiye dönememişti. Dönememiştik. Bir öyküye başlayıp ortasından dönmenin tatsızlığı! Narmanlı'nın az ilerisinde iki çalgıcı Gürcü havasına benzer bir şey tutturmuş, üzgün şapkalarının altında dünyayı umursamayan devinimlerle, kendilerini hırçın bir kemana ve mutaassıp bir zurnaya teslim etmişlerdi. Çok seyircileri yoktu. Yine de irkilip duraksıyordu yoldan geçenler.
Sayfa 105 - Son GörüşmeKitabı okudu
Nasıl ki biz şimdi bu uğultulu kuşatılmışlığı benimsemişsek...
Sayfa 104 - Son GörüşmeKitabı okudu
Anne babalar onu yabancı gözlerden hattâ kendilerinden bile saklasalar da, tıpkı bizim şimdi yaptığımız gibi gözlerini ötelere dikmekten vazgeçiyorlar, yoksulluğun ve yoksunluğun kucağında yaşamanın ötesine, o zorlu belirsiz alacakaranlığa bakamıyorlardı. Nasıl ki biz şimdi bu uğultulu kuşatılmışlığı benimsemişsek...
Sayfa 104 - Son GörüşmeKitabı okudu
9,1bin öğeden 46 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.
Resim