John Davıenport Hazret-i Muhammed ve Kur'an-ı Kerim .adlı eserinde diyor ki : «Müslümanlık hiçbir zaman herhangi bir dinin esaslarına müdahele etmemiş, hiçbir vakit bir Engizisyon kurmamış, bir kimsenin dinini değiştirmeyi hedef tutmamıştır. Müslümanlık da kendini cihana takdim etti, fakat kimseyi zorla din değiştirmeye sevk etmedi.» «Kur'an
292. Hidayet ve dalalet Allahtan Hidayet doğru yolda olma, dalalet ise doğru yoldan sapmadır. Bu ikisi yaratma yönüyle Allah'tandır, ama buna sebebiyet vermek kulun tercihine bırakılmıştır. Aşağıdaki ayet işin yaratma yönünü ifade eder: "Allah kimi saptirirsa, artık ona bir yol gösterici olamaz."(Araf,186) Sadece bu ayete bakan biri, Allah'ın bu tür icraatında insanı hiçbir şey elinden gelmez bir kader mahkümu zannedebilir. Hâlbuki dengeli değerlendirebilmek için başka ayetlere de bakmak gerekir. Şu iki ayet, işin sebebiyet verme yönünü anlatır: “Kim, kendisine hidayet besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiğine çeviririz."(Nisa,115) "(Allah) kendisine y6neleni doğru yola iletir."(Rad,27) Dikkat edilirse, birinci ayette ”Peygambere karşı çıkmak ve mü’minlerin yolundan başkasına uymak” doğrudan kişinin kendi fiili olarak anlatılmıştır. Kişi bunlara yönelmiş, Allah da buna imkân vermiştir. İkinci ayette ise, Allahın hidayetinin o kişinin yönelmesinden sonra olduğuna dikkat çekilmiştir. Şu ayet ise, hem yaratma yönüne, hem de sebebiyet verme yönüne bakar bir şekilde anlaşılabilir: "Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.”(İbrahim,4) Ayete “Allah, dileyeni saptırır, dileyeni de doğru yola iletir” manası da verilebilir. Elhasıl: İlgili ayetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, insanın doğru yolda olması veya o yoldan sapmasının kendi tercihi olduğu görülecektir. Am hidayeti de dalaleti de yaratan Allah'tır. “
Reklam
Elhasıl, şu görünen şuunat, dünyadaki vüs'atli içtimaat-ı hayatiye ve süratli iftirakat-ı mevtiye ve haşmetli toplanmalar ve çabuk dağılmalar ve azametli ihtifalat ve büyük tecelliyat ile ve onların bu âleme ait bu dünya-yı fânide kısa bir zamanda malûmumuz olan semerat-ı cüz'iyeleri, ehemmiyetsiz ve muvakkat gayeleri mabeyninde hiç münasebet olmadığından, âdeta küçük bir taşa bir büyük dağ kadar hikmetler, gayeler takmak; bir büyük dağa, bir küçük taş gibi muvakkat bir gaye-i cüz'iye vermeye benzer ki hiçbir akıl ve hikmete uygun gelemez. Sözler
Elhasıl
İbadeti terk eden hem kendi nefsine zulmeder nefsi ise Cenab-ı Hakk'ın abdi ve memlûküdür hem kâinatın hukuk-u kemalâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet nasıl ki küfür, mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi kâinatın kemalâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlahiyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstahak olur.
"Gerçek şu ki,Biz insanı katışık bir nutfeden yarattık."(İnsan,2) Buradan şöyle delil getirilmekte: -İnsan nutfeden yaratılmıştır. -Hz. Adem insandır. -Öyleyse 0 da nutfeden yaratılmıştır. -Nutfeden yaratıldığına göre babası vardır. Buradaki insan kelimesini -Aristo mantığını esas alarak- Hz. Ademi de içine alacak şekilde yorumlamak “ben mantık ve belağat bilmiyorum” anlamına gelir. Mesela bir Üniversite hocası "öğrenciler beni tanır" dese, bu cümleden hareketle “her öğrenci onu tanır” sonucuna varılamaz. Çünkü bununla kastedilen her ne kadar cümlede telaffuz edilmese bilebelli bir kitledir. Üstteki ayette nazara verilen, Hz. Adem ve Hz. İsa dışındaki diğer insanlardır. Çünkü bunların yaratılışları diğer insanlardan farklı olmuştur. Kur'an bunu şöyle nazara verir: “Doğrusu Allah katında İsa'nın hali, Adem'in hali gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona 'ol!’ dedi, 0 da oldu."(Al-i İmran,59) Öte yandan Hz. Adem’e bir baba ararsak, ”peki, onun babası kim?” sorusuyla karşılaşmayacak mıyız? Bu iş zincirleme nereye kadar gidecek? Keza Kur'anda sıkça muhatap olduğumuz ”Ey Ademoğulları” hitabını ne yapacağız? Elhasıl: Kişi isterse Kur'anı reddederek insanlığın başlangıcını Hz. Adem dışında arayabilir, ama hiç kimsenin Kur'anı âlet ederek böyle hezeyanlar savurmaya hakkı yoktur!
"Gül, hüsnüyle mağrurdur; râhiyası, Hz. Resûl'ün mübârek terine müşâbihtir. Şiirler onun güzelliğini terennüm eder: aşk'ın remzidir. Firavun'un ateşe saldığı İbrahim'in makamıdır. Delisi divânesi çoktur; şuâranın vird-i zebânıdır: 'Elhasıl medhinde diller kâsırdır'. 'Âşıkla aşık atılır mı?': Şebboy, sümbül, menekşe, zambak, karanfil dahi gülle nispet edilmezse de rağbeti çoktur.
Sayfa 8 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 981 ile 990 arasındakiler gösteriliyor.